“Ben” Dediğin Şey Ne? Kimsin Sen?

Yazının Giriş Tarihi: 13.10.2025 15:16
Yazının Güncellenme Tarihi: 13.10.2025 15:17

Bazen öyle anlar olur ki, durup düşünürüz. İçimizden bir ses sorar: “Ben kimim? Şu an bu kararı veren kim? Konuşan ses kim, izleyen kim?” Gün içinde yüzlerce düşünce geçer zihnimizden, ama hangisi gerçekten “bizim” düşüncemizdir? Ya da biz kimiz ki, bu düşünceleri kendimizle özdeşleştiriyoruz?

Sabah kalktığında, kahveni yudumlarken birden aklına gelen o düşünceyi kim gönderdi sana? Bir gün mutlusun, ertesi gün sebepsiz yere içini bir hüzün sarıyor. O duygunun sahibi kim? Hangi parçamız tüm bu içsel süreçleri yaşıyor? Bilinç mi, zihin mi, akıl mı, ruh mu?

Çok derin sorular gibi görünüyor değil mi? Ama aslında bu sorular; hepimizin içinde, günlük hayatın tam ortasında. Sabahları alarmı erteleme kararında da var, geceleri uykudan önce içten içe duyduğumuz anlam arayışında da. Bazen bir şarkı dinlerken ağlıyoruz, bazen bir film sahnesinde kendimizi buluyoruz. Kim o bulan? Bulduğun kim? Hangi yanımız hissediyor, etkileniyor, hatırlıyor? Beyin mi? Zihin mi? Yoksa hepsinin ardındaki görünmeyen bir başka öz mü?

Bilim beyni yıllardır inceliyor. Nöronlarımızın nasıl ateşlendiğini, hangi bölgenin hangi işlevi yerine getirdiğini adım adım haritalıyor. Evet, beynin nasıl çalıştığına dair birçok şey biliyoruz artık. Ama “bilinç” dediğimiz şey hala tam anlamıyla açıklanamıyor. Beynin fiziksel yapısından soyut bir şekilde ortaya çıkan bu farkındalık, kendini bilme hali, neden var? Nasıl var?..

İnsanı sadece biyolojik bir varlık olarak tanımlamak ne kadar eksikse, onu sadece ruhsal bir varlık olarak tanımlamak da bir o kadar eksik. Bizi biz yapan şey, bu iki yönümüzün muazzam bir dengeyle bir araya gelişinde gizli. Tıpkı bir piyano gibi… Tuşlara basınca ses çıkıyor. Ama o tuşa kimin bastığını bilmiyorsak, sadece mekanik bir hareketten ibaret kalıyor her şey. Biz ise o müziğin kaynağını aramalıyız.

Zihin çoğu zaman düşüncelerle doludur. Geçmişten bugüne, gelecekten şimdiye savrulan binlerce imge, analiz, ses ve yorumla örülü bir dünya kurar kendine. Ama zihnin vesvesesi bazen bilincin sesini bastırır. Hani gece yatağa yattığında, zihnini susturmaya çalışırsın ya… İşte orada zihin sustuğunda, seni izleyen, düşünen, gözlemleyen bir şey kalır geride. İşte o, bilinçtir.

Dışarıdan bakınca herkesin hayatı belli bir akışta. Ama içte yaşanan deneyim bambaşka. Bir olay olur; birisi sinirlenir, diğeri hiç etkilenmez. Bir başkası güler geçer. Aynı beyin yapısına sahip olsalar da deneyim farklıdır. Çünkü bakış açıları, görüşleri farklıdır. Araya giren, olayları yorumlayan şey zihindir. Ama o yorumu yapan zihni yöneten bir de akıl vardır. Ve akıl da çoğu zaman bilincin gölgesinde çalışır.

Peki ya akıl? O her şeyi mantığa döken taraf. “Şimdi bunu yaparsam şu olur,” “Şuradan gidersem daha iyi olur,” gibi düşünen, strateji kuran bir yanı var aklın. Tabii ki bu akıl henüz tam olgunlaşmamış akıldır.

Ama aklın da üstünde, daha sessiz ama daha derin bir yapı var: Sezgi… Ve sezgi de çoğu zaman ruhun sesiyle karışır. Bazen hiçbir mantıklı açıklaması yokken, bir şeyi hissedersin. Birini ilk kez gördüğünde, onunla bağ kuracağını bilirsin. Veya bir yere adım attığında içten gelen bir “burada kal” ya da “buradan uzaklaş” sesi duyarsın. İşte orada konuşan ne zihin, ne akıl… O başka bir şeydir. Ruhun sesi belki de. Sezgi, ilahi kaynakla doğrudan bağlantılıdır.

Beyin, bu işin görünen yüzü. Bir bilgisayarın donanımı gibi. Zihin, yazılım kısmı. Bilinç, işletim sistemi. Akıl, kullanıcısı. Ruh ise tüm sistemi çalıştıran enerji. Bilgisayar örneği burada çok işe yarıyor çünkü fiziksel ve metafiziksel yapıları aynı anda açıklamaya yardımcı oluyor. Ama elbette insan, sadece bir bilgisayardan ibaret değil. Düşünebilen, hissedebilen, anlam arayan bir varlık. Ve hiçbir yazılım, bu kadar derinliği, bu kadar karmaşık yapıyı bu kadar tutarlı şekilde bir araya getiremez. ‘İnsan’ın farkı burada başlıyor.

Mesela sevgi gibi. Bilim, beyindeki dopamin ve serotonin salgılarını takip edebiliyor. Ama bir anne, çocuğunu canı pahasına korurken sadece hormonlarla hareket etmiyor. Orada başka bir şey var. Ya da rüyalar… Gözlerin kapalıyken gördüğün görüntüler, duyduğun sesler. O sırada göz kapakların hareket ediyor. Ama orada gören hangi göz?

Ve bir de şu var: bedenimizdeki tüm hücreler belli bir süre sonra yenileniyor. Hatta her an ölüp doğan milyarlarca hücremiz var. 10 yıl önceki beynimiz, bedenimiz aslında hücresel olarak bugün bambaşka. Madde boyutunda sadece atom yığınından ibaret bir yapıyız. Ve bu atomlar sürekli değişirken, yenilenirken, biz hâlâ aynı “ben”i hissediyoruz. Bu neyin göstergesi? Bilinç fiziksel değilse, nereden geliyor?..

Tüm bunların ötesinde, içimizde bir de koca bir boşluk ve derin bir arayış var. Sadece yemek yemek, çalışmak, uyumak yetmiyor bize. Daha fazlasını istiyoruz. Sevgi istiyoruz, bağlılık, anlam. Ruhumuzun ait olduğu yeri hatırlamak istiyoruz. Belki de hepimiz bir şeyleri hatırlamak için buradayız. Unuttuğumuz bir hakikati, içimizde taşıdığımız ama henüz ulaşmadığımız bir özü.

İnsan, varoluşunun anlamını sadece bilimle çözemez. Sadece inançla da çözemez. İkisinin iç içe geçtiği o yerde başlar hakikat bilgisi. Hem beynimizi tanımalıyız hem ruhumuzu. Hem zihnimizi eğitmeli hem de kalbimizin sesine kulak vermeliyiz.

İşte bilinç dediğimiz şey de tam burada ortaya çıkar. Ne sadece beyindeki elektrik sinyallerinden ibaret, ne de sadece metafizik bir hayal. İkisinin kesişiminde, gözle görülmeyen ama hissedilen o yerde, o ince çizgide yer alır bilinç. Ve belki de bizi insan yapan en önemli şey odur.

Bir ağaç gibi düşünelim kendimizi. Dallarımız eylemlerimiz, yapraklarımız düşüncelerimiz, meyvelerimiz kararlarımız… Ama köklerimiz görünmeyen yerde. Ruhumuzda, bilinç katmanlarımızda. Biz sadece o kökleri besledikçe dallarımız yeşerir.

O yüzden dışarıda ne kadar koşarsak koşalım, içerideki sessizliği duyamıyorsak bir şeyler eksik kalıyor. Kendimizi tanımak, dış dünyayı değil, içsel yolculuğumuzu anlamaktan geçiyor.

Belki de bu yüzden, “Kendini bilen, Rabbini bilir.” denmiş. Çünkü bu yolculuk, hem içeriye hem yukarıya çıkan bir merdiven gibi. Ve her adımda biraz daha hatırlıyoruz, biraz daha genişliyor görüşümüz… Kim olduğumuzu, neden burada olduğumuzu ve neyi unuttuğumuzu.

Çağla Meydan

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.