Kâinat’ın Kitabı: İnsan

Yazının Giriş Tarihi: 09.09.2025 16:04
Yazının Güncellenme Tarihi: 09.09.2025 16:05

Hiç gece gökyüzüne uzun uzun bakıp, “Ben bu devasa evrende nereye düşüyorum?” diye sordun mu kendine?

Bazen öyle hissettiriyor çünkü: Koca bir boşluğun içinde minicik, belki de önemsiz bir parça gibi… Gerçekten de öyle mi acaba? Yoksa biz bu kainatın sadece bir parçası değil de, özeti miyiz?

Eskiler, “Alem büyük insan, insan küçük alemdir” derdi. Yani biz, sandığımızdan çok daha fazlasını taşıyoruz içimizde. Gökler, yıldızlar, galaksiler… Belki gözle göremiyoruz ama onların dili bizim anlayışımızda varlık buluyor. Evrenin bir ritmi varsa, o ritim bizim kalp atışımızda gizli. Güneş her sabah yeniden doğarken, bizim içimizde de bir “yeniden başlama” duygusu uyanmıyor mu?

Gerçekten anlamak isteyerek bakarsak görürüz; kainat bizim dışımızda değil. Biz, onun bir aynası gibiyiz.

Düşünsene… DNA’mızdaki elementler yıldızlardan geliyor. Carl Sagan’ın dediği gibi: “Hepimiz yıldız tozuyuz.” Hem de kelimenin tam anlamıyla. Vücudumuzda taşıdığımız her şey; geçmişin, kainatın, büyük patlamanın ve yaratılışın izlerini barındırıyor. Gözle göremesek de hücrelerimizde koca bir evren her saniye çalışıyor. Organeller, atomlar, moleküller… Her biri kendi görevini kusursuzca yerine getiriyor.

Sadece bedenimizde değil, ruhumuzda da bu izler var. İçimizde bir boşluk hissettiğimizde, bazen gökyüzüne bakmamız boşuna değil. Eğer dinlersek ruhumuz bize fısıldıyor; “Bağını hatırla…”

İç dünyamızda ne kadar derinleşirsek, kâinatı, doğayı, bu kusursuz ve mükemmel sistemi o kadar yakından tanırız aslında. Çünkü “Biz, onun aynasıyız,” dedik ya… O zaman kendimizi tanımak, Yaradan’ı tanımaktır.

Ve Yaradan bize – O’nun temsilcisi olarak – bu evreni bir emanet olarak sundu. Sadece var edildik diye değil; var oluşumuzun anlamını çözmek için… Kendimizi ve O’nu bilmemiz için…

Hz. Ali’nin sözü gibi: “Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, ama en büyük âlem sende gizlidir.”

Ne büyük bir sırdır bu…

Bazen “Ben kimim ki?” dediğin anlar olur ya hani… İşte tam o anda kendine hatırlat: Sen kâinatın özüyle yoğrulmuş bir varlıksın. Sadece biyolojik olarak değil, manevi olarak da taşıyorsun onun yansımalarını. Senin içinde güneşin doğuşu da var, galaksilerin düzeni de, yaratılışın tüm temel yasaları da…

Ve bu, beraberinde çok büyük bir sorumluluk getiriyor. Çünkü bu bilgiyi bilmek, seni hem kendine hem bütüne karşı uyanık kılar. Sevgiyle yaşamak, anlayışla yaklaşmak, Yaradan’ın sana üflediği o ilahi nefesi fark ederek yaşamak…

Kainatın sırlarını çözmek için bilim gerekebilir. Ama o sırları hissetmek ve içinde yaşatmak için sadece bilmek değil, bilgiye sahip olmak gerekir. Sadece okumak değil, okuduğunu içselleştirmek; sadece duymak değil, duyduğunu yüreğinde bir yerlere yerleştirmek gerekir.

Bunu başarabilmenin ilk adımı; içimize dönüp özümüzle olan bağı hissetmek, ‘hatırla’maya başlamak. Kulaklarımızı dışarı kapatıp, iç sesimize, sezgilerimize, kalbimize açmak. Bu uzun bir içsel yolculuk tabii ki. Öyle hemen olacak bir şey değil. Zaten yolda edinilen deneyimleridir insanın en büyük ödülü. Çünkü her deneyim, bilinç katmanlarında sana yeni bir kapı açar, seni daha üst bir safhaya taşır.

Belki sen de o görünmeyen bağları fark etmeye başlamışsındır. Belki kalbinin bir köşesinde bir titreşim hissediyorsun. “Evet” diyorsun içinden, “Ben de bu bütünün bir parçasıyım. Ben de bu hikâyenin tam ortasındayım.” İşte tam burası çok kıymetli bir yer!

Çünkü yalnız değilsin. Hiçbir zaman da olmadın. Kainat, her sabah seninle birlikte uyanıyor. Güneş senin için… içinde doğuyor. Rüzgâr kulağına bir şeyler fısıldıyor. Kuşlar, ağaçlar, yıldızlar, hatta sessizlik bile… Hepsi sana bir şeyi hatırlatmak için var: Kendini… Yaradan’ı…

Bu bir yolculuk. İçten dışa, dıştan içe… Bir ömür boyu süren ve aslında başladığı yere geri dönen bir yolculuk. Kendinden kendine…

Bu kainat tek bir alem değil. İnsan sayısı kadar alemler var oldu, olmakta, olacak… Dışında her ne görüyorsan, aslında içinde olanı görüyorsun. Gördüğün her şeyin senin içinde bir karşılığı var.

Dedik ya; “Sen Kâinatın aynasısın. Ve aslında baktığın, bakıp da gördüğün her şey de senin aynan.”

Ne hissediyorsan, dış dünya da sana onu fısıldıyor. İşte bu yüzden her şeyin başladığı yer, yine döneceğimiz yerdir; Kalp.

Kalb, Allah’ın nazargâhıdır. Yani Allah’ın baktığı yerdir insan kalbi.

Ayette de bunu açıkça söyler: “Ben yere göğe sığmadım, bir tek mümin kulumun kalbine sığdım.”

Kalp öyle bir yerdir ki; Allah’ın nazarının düştüğü, sırlarının tecelli ettiği…

Kalple duymak, kalple bakmak, kalple anlamak Onu tanımak, O’na en yakın olmaktır. Çünkü kalp mâbedini temizlemek bilincini yükseltir, anlayışını geliştirir, sevgi ışığını parlatır.

Sakın unutma: Sen bir damla olabilirsin. Ama okyanustan farkın yok. Yeter ki okyanusa dalmaktan, onun içinde yok olmaktan korkma!

Sevgi ve anlayışla…

Çağla Meydan

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.