Kapitalizm beni ölesiye çalıştırarak, ideolojik ve toplumsal bombardımana tabi tutarak, itiraz etme hakkıma çöreklenerek, arzularımı korkularımı durmaksızın dürterek ruhumun içini o kadar işgâl ediyor ki aşırı hassas davranabiliyorum. Tam böyle bir anda bir arkadaşımın instagram hikâyesi beni bu satırları yazmaya sevk etti.
Dünya bana; ihtiyaçlarım, korkularım ve arzularım suretinde görünüyor. İşte bu öznellik.
Ancak bana kendi diliyle sesleniyor. Rahatsız eder, kuşatır, doyurur ya da istediğim biçimde işitmez. Bu da nesnellik.
Bu ikisi arasında dengeli bir biçimde uzlaşmayı aramaksa, büyümek olsa gerek şapşiğim.
Büyümek bitimsiz bir denge arayışı. İşte bu noktada kapitalizm, dayanışmanın her formuna yönelttiği saldırıyla beni kendi duygu politikalarına tâbi kılıyor.
Umutsuz, çıkışsız, yalnız hisseden ve küçük mutluluklar dediği bireysel kaçış alanlarına kendimi kilitlemiş olan izole insan. Oysa dünya mümkün yerlerin tek adresi. ‘Kaçış’ diye bir şey, ‘başka bir yer’ dediğim coğrafya yok.
Ya çözüleceğim ya dayanışma içinde olacağım.
Ya seveceğim ya marazi duyguların içinde kaybolacağım.
Dengelenmek nihai bir amaç, bir son, bir başarı değil; gerçekliğin farklı katmanlarını sürekli bir diğerine tercüme etme çabam aslında.
Her tercüme, zorunlu olarak hem bir eksiltme hem de bir ekleme faaliyeti.
Hep uçmaktan bahsediyorum, kanatlanmak istiyorum, özgürlük düşleri kuruyorum, içten içe o günün elbet bir gün geleceğini zannediyorum.
Aslında belki de sadece bir çift kanat istiyorum, uçmak için hiç cesaretim olmaksızın. Cesaret, hayallerimin denek taşı, dokuma tezgâhı gibi sevgili şapşiğim.
Kanatlarım, cesaretimin içinden yükselir arşa.
Eğer varoluşumu üstlenmezsem kanatlarımın gölgesi ömür boyu ağır bir yük…
İnsan aşkınlık arayan bir varlık. Kendi ruhu ve teniyle sınırlanmış varoluşundan çıkmak, kaçmak, onu aşmak ister gibi.
Bu varoluş esaretini aşmanın biricik değil ama en kıymetli imkânı, ötekine, başkasına uzanmakta yatıyor.
Bana benzediği için değil, benden farklı olduğu için sevmeyi başardığım öteki insan; din, dil, cinsiyet gibi tenime nakşolunmuş hayali kimliklerden sıyrılarak kendimi aşma imkanı sunar.
Diğerine uzanmak, onu yutmaya çalışmak ya da kendimi sömürgeleştirmek tuzağına düşülmediği takdirde birlikte varolmanın hazzına dönüşür olma hazzıyla birleştirmek.
Böylece, aşkınlık ihtiyacıma yarenlik eden dünyevi ve hakiki bir barınak bulurum.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Nesrin Gökpınar
Çıplaklığımın İnzivası
Kapitalizm beni ölesiye çalıştırarak, ideolojik ve toplumsal bombardımana tabi tutarak, itiraz etme hakkıma çöreklenerek, arzularımı korkularımı durmaksızın dürterek ruhumun içini o kadar işgâl ediyor ki aşırı hassas davranabiliyorum. Tam böyle bir anda bir arkadaşımın instagram hikâyesi beni bu satırları yazmaya sevk etti.
Dünya bana; ihtiyaçlarım, korkularım ve arzularım suretinde görünüyor. İşte bu öznellik.
Ancak bana kendi diliyle sesleniyor. Rahatsız eder, kuşatır, doyurur ya da istediğim biçimde işitmez. Bu da nesnellik.
Bu ikisi arasında dengeli bir biçimde uzlaşmayı aramaksa, büyümek olsa gerek şapşiğim.
Büyümek bitimsiz bir denge arayışı. İşte bu noktada kapitalizm, dayanışmanın her formuna yönelttiği saldırıyla beni kendi duygu politikalarına tâbi kılıyor.
Umutsuz, çıkışsız, yalnız hisseden ve küçük mutluluklar dediği bireysel kaçış alanlarına kendimi kilitlemiş olan izole insan. Oysa dünya mümkün yerlerin tek adresi. ‘Kaçış’ diye bir şey, ‘başka bir yer’ dediğim coğrafya yok.
Ya çözüleceğim ya dayanışma içinde olacağım.
Ya seveceğim ya marazi duyguların içinde kaybolacağım.
Dengelenmek nihai bir amaç, bir son, bir başarı değil; gerçekliğin farklı katmanlarını sürekli bir diğerine tercüme etme çabam aslında.
Her tercüme, zorunlu olarak hem bir eksiltme hem de bir ekleme faaliyeti.
Hep uçmaktan bahsediyorum, kanatlanmak istiyorum, özgürlük düşleri kuruyorum, içten içe o günün elbet bir gün geleceğini zannediyorum.
Aslında belki de sadece bir çift kanat istiyorum, uçmak için hiç cesaretim olmaksızın. Cesaret, hayallerimin denek taşı, dokuma tezgâhı gibi sevgili şapşiğim.
Kanatlarım, cesaretimin içinden yükselir arşa.
Eğer varoluşumu üstlenmezsem kanatlarımın gölgesi ömür boyu ağır bir yük…
İnsan aşkınlık arayan bir varlık. Kendi ruhu ve teniyle sınırlanmış varoluşundan çıkmak, kaçmak, onu aşmak ister gibi.
Bu varoluş esaretini aşmanın biricik değil ama en kıymetli imkânı, ötekine, başkasına uzanmakta yatıyor.
Bana benzediği için değil, benden farklı olduğu için sevmeyi başardığım öteki insan; din, dil, cinsiyet gibi tenime nakşolunmuş hayali kimliklerden sıyrılarak kendimi aşma imkanı sunar.
Diğerine uzanmak, onu yutmaya çalışmak ya da kendimi sömürgeleştirmek tuzağına düşülmediği takdirde birlikte varolmanın hazzına dönüşür olma hazzıyla birleştirmek.
Böylece, aşkınlık ihtiyacıma yarenlik eden dünyevi ve hakiki bir barınak bulurum.
Buna tam da çıplaklığın inzivası diyelim mi?
Nesrin Gökpınar