Bugün yeniden yeni güne uyandığımda, daha doğrusu çalar saat ile uyandırıldığımda, zorla uyandığımı hissettim. Uykusunu almamış birini zorla uyandırmaya çalışırsan ne olur? Vaktinden önce uyanan, sonra daha fazla uyumak istiyor ve sersem gibi olduğu için de kendine ve etrafına zarar verebiliyor. ‘’Uyanmak’’ için, önce iyi uyumuş olmalıyım ki, uykumu almadan uyanık gibi gezmek beni yormasın. Bu sabahki en büyük niyetim şu oldu: ‘Ne kendini ne de başkalarını vaktinden önce uyandırmaya zorlama sevgili şapşik.’
Uyku, sıradan insanın mecburi orucu gibi. Aslında ‘’Oruç’’, yapmayı terk etmek ve ustalaşması çokça deneyim gerektiren, sezgilere dayalı bir sanat gibi. Oruç, aynı zamanda, bastırılmış acı ve duyguların serbest kalmasını da sağlıyor sanırsam. Baktığımda kendimi, yani bedenimi gıda ile uyutuyorum. Gıdaya karşı zafer kazanmak, ‘’nihai zafere’’ giden temel bir yol gibi. Öğünler arasında ve uyurken aç duruyorum. Bedenim ise laboratuvarım…
Başka bir noktadan baktığımda ise tüm hastalıkların, kazaların ve kendi doğamla savaşmamın ardında, her şeyi kontrol eden dehşet verici bir patron, korkutucu bir tiran var: ‘Tat alma duyusu.’
Tat alma duyusu, sıradan insan olan benim kaderimi beşikten mezara kadar belirleyen gerçek bir efendi. Görme duyusu, işitme duyusu, uyku ve cinsellik… Tat alma duyusu, bunların hepsinden daha kuvvetli sankim. İlk günah, yani Adem ve Havva’nın günahı, dışarıdaki hayatın tadına bakmaktı. Benim için tat alma duyusunu aşmak, diğer tüm duyuları aşmaktan daha zor. Tüm hayatımı kontrol ediyor ve kaderimi belirliyor. Tıpkı hayvanlar gibi, kendimi canlı hissetmek için, ağzımın içinde bir şey olduğunu, ondan tat aldığımı hissetmek zorundayım.
Artık, bunu tersine çevirmem gerekiyor. Gıdalardan tat almayı, hayattan, ebedi hayattan ve kendi doğamla savaşmaktan tat almaya dönüştürmeliyim.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Nesrin Gökpınar
Uyku ve Oruç
Bugün yeniden yeni güne uyandığımda, daha doğrusu çalar saat ile uyandırıldığımda, zorla uyandığımı hissettim. Uykusunu almamış birini zorla uyandırmaya çalışırsan ne olur? Vaktinden önce uyanan, sonra daha fazla uyumak istiyor ve sersem gibi olduğu için de kendine ve etrafına zarar verebiliyor. ‘’Uyanmak’’ için, önce iyi uyumuş olmalıyım ki, uykumu almadan uyanık gibi gezmek beni yormasın. Bu sabahki en büyük niyetim şu oldu: ‘Ne kendini ne de başkalarını vaktinden önce uyandırmaya zorlama sevgili şapşik.’
Uyku, sıradan insanın mecburi orucu gibi. Aslında ‘’Oruç’’, yapmayı terk etmek ve ustalaşması çokça deneyim gerektiren, sezgilere dayalı bir sanat gibi. Oruç, aynı zamanda, bastırılmış acı ve duyguların serbest kalmasını da sağlıyor sanırsam. Baktığımda kendimi, yani bedenimi gıda ile uyutuyorum. Gıdaya karşı zafer kazanmak, ‘’nihai zafere’’ giden temel bir yol gibi. Öğünler arasında ve uyurken aç duruyorum. Bedenim ise laboratuvarım…
Başka bir noktadan baktığımda ise tüm hastalıkların, kazaların ve kendi doğamla savaşmamın ardında, her şeyi kontrol eden dehşet verici bir patron, korkutucu bir tiran var: ‘Tat alma duyusu.’
Tat alma duyusu, sıradan insan olan benim kaderimi beşikten mezara kadar belirleyen gerçek bir efendi. Görme duyusu, işitme duyusu, uyku ve cinsellik… Tat alma duyusu, bunların hepsinden daha kuvvetli sankim. İlk günah, yani Adem ve Havva’nın günahı, dışarıdaki hayatın tadına bakmaktı. Benim için tat alma duyusunu aşmak, diğer tüm duyuları aşmaktan daha zor. Tüm hayatımı kontrol ediyor ve kaderimi belirliyor. Tıpkı hayvanlar gibi, kendimi canlı hissetmek için, ağzımın içinde bir şey olduğunu, ondan tat aldığımı hissetmek zorundayım.
Artık, bunu tersine çevirmem gerekiyor. Gıdalardan tat almayı, hayattan, ebedi hayattan ve kendi doğamla savaşmaktan tat almaya dönüştürmeliyim.
Kendimi yenmek, gıdayı yenmek sanki özünde.
Ne dersiniz canlar?
Nesrin Gökpınar