Kendimizi birdenbire içinde bulduğumuz dijital dünyaya ayak uydurmaya çalışanlardanım ben de. Öğrendiğim bir konuyu tekrar tekrar sorma alışkanlığım olmadığı halde, telefon ve internet kullanımı ile ilgili konularda hala kızıma danışıyorum.
Oysa bir yakınımız ile görüşmenin günlerce zaman aldığı, evimizin en önemli köşesinde gururla yerini almış ev telefonlarının antika olmadığı zamanlar çok uzak değil. Hatta sabit hatlı telefonumuz hala işler durumda desem inanmakta zorlanırsınız. O da eski işlevini yitirmiş olmanın hüznüyle, internet bağlantımızın şimdilik desteği olduğu için kapatılması geciktirilenlerden. Konuşmak için ahizeyi heyecanla kaldırdığımız dönemler çok gerilerde kaldı.
Cep telefonlarının elimize ilk verildiği günler de uzak değil. O zamanlar, özellikle birine ulaşmak elzem olduğunda “ne büyük nimet” diye düşünmüştüm cep telefonlarını. Zamanla, hatta kısa bir süre sonra bilgisayarımızı da cep telefonlarımızın içine sığdırdılar. İşte ne olduysa bundan sonra oldu!
Telefonlar adeta elimize yapışmış, hatta bir uzvumuz haline gelmiş durumda. Oysa adı üstünde; “cep telefonu”. Elimizde değil, cebimizde olmalı! Girdiğim her ortamda, metroda, otobüslerde, dolmuşta, tramvayda herkesin elinde telefonları zaman öldürmekle meşgul. Evet evimize, işlerimize yetişmekte zorlandığımız bu “hızlı” çağda direkt “zaman öldürüyoruz”. Sonra da kitap okumaya, hatta düşünmeye bile zaman bulamadığımızdan yakınıyoruz.
Toplu taşımalarda, telefon manzaralarını her gördüğümde, keşke elimizdeki telefonların yerini kitaplar alsa diye düşünüyorum. Ancak evde bile okuma alışkanlığının yeterince oluşmadığı bir toplumda bunu beklemek ne yazık ki hayalden öteye gidemiyor.
Ben de arkadaş ortamlarında herkesin elinde telefon olduğu zamanlar, art arda sürekli bir izleme çekiciliği sunan bu ışıltılı dünyayı elime almak istemiyorum. Bu manzaranın içinde olmak son derece rahatsız ediyor.
Bu arada hiç unutmuyorum, akıllı telefonların cebimize girdiği ilk dönemlerde bir arkadaşım ısrarla cep telefonu almayacağını söylemişti. Sonra gördüm ki o da bu hızlı değişime daha fazla direnememiş.
Bir kez elinize aldınız mı, sürekli ve dibi görünmeyen sonsuz derinlikte bir kuyuya çekiyor sizi akıllı telefonlar.
Telefona “akıllı” yaftasını verdiklerinden beri, belli ki bizim yerimize aklını kullanan o. Zira elimizden hiç bırakmadığımız bu alet, zamanımızla birlikte aklımızı da almış durumda.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Oya Gündüz Aksu
Bırakın O Telefonu Elinizden!
Kendimizi birdenbire içinde bulduğumuz dijital dünyaya ayak uydurmaya çalışanlardanım ben de. Öğrendiğim bir konuyu tekrar tekrar sorma alışkanlığım olmadığı halde, telefon ve internet kullanımı ile ilgili konularda hala kızıma danışıyorum.
Oysa bir yakınımız ile görüşmenin günlerce zaman aldığı, evimizin en önemli köşesinde gururla yerini almış ev telefonlarının antika olmadığı zamanlar çok uzak değil. Hatta sabit hatlı telefonumuz hala işler durumda desem inanmakta zorlanırsınız. O da eski işlevini yitirmiş olmanın hüznüyle, internet bağlantımızın şimdilik desteği olduğu için kapatılması geciktirilenlerden. Konuşmak için ahizeyi heyecanla kaldırdığımız dönemler çok gerilerde kaldı.
Cep telefonlarının elimize ilk verildiği günler de uzak değil. O zamanlar, özellikle birine ulaşmak elzem olduğunda “ne büyük nimet” diye düşünmüştüm cep telefonlarını. Zamanla, hatta kısa bir süre sonra bilgisayarımızı da cep telefonlarımızın içine sığdırdılar. İşte ne olduysa bundan sonra oldu!
Telefonlar adeta elimize yapışmış, hatta bir uzvumuz haline gelmiş durumda. Oysa adı üstünde; “cep telefonu”. Elimizde değil, cebimizde olmalı! Girdiğim her ortamda, metroda, otobüslerde, dolmuşta, tramvayda herkesin elinde telefonları zaman öldürmekle meşgul. Evet evimize, işlerimize yetişmekte zorlandığımız bu “hızlı” çağda direkt “zaman öldürüyoruz”. Sonra da kitap okumaya, hatta düşünmeye bile zaman bulamadığımızdan yakınıyoruz.
Toplu taşımalarda, telefon manzaralarını her gördüğümde, keşke elimizdeki telefonların yerini kitaplar alsa diye düşünüyorum. Ancak evde bile okuma alışkanlığının yeterince oluşmadığı bir toplumda bunu beklemek ne yazık ki hayalden öteye gidemiyor.
Ben de arkadaş ortamlarında herkesin elinde telefon olduğu zamanlar, art arda sürekli bir izleme çekiciliği sunan bu ışıltılı dünyayı elime almak istemiyorum. Bu manzaranın içinde olmak son derece rahatsız ediyor.
Bu arada hiç unutmuyorum, akıllı telefonların cebimize girdiği ilk dönemlerde bir arkadaşım ısrarla cep telefonu almayacağını söylemişti. Sonra gördüm ki o da bu hızlı değişime daha fazla direnememiş.
Bir kez elinize aldınız mı, sürekli ve dibi görünmeyen sonsuz derinlikte bir kuyuya çekiyor sizi akıllı telefonlar.
Telefona “akıllı” yaftasını verdiklerinden beri, belli ki bizim yerimize aklını kullanan o. Zira elimizden hiç bırakmadığımız bu alet, zamanımızla birlikte aklımızı da almış durumda.
Bırakın o telefonu elinizden!
Oya Gündüz Aksu