İnsan, kökü itibariyle, çevresindeki unsurlarla kendisini doldurma arzusudur. İnsanın içselliğinde, kendisinden bağımsız olarak arzular ortaya çıkar ve insan, bu ortaya çıkan arzularını doyurmak için, harekete geçer. Kişi, bütün hayatını belli arzuların peşinde koşarak geçirir. Her insanı eşsiz ve ayrı bir birey yapan, aynı arzuların farklı yoğunluklardaki kombinasyonlarına sahip olmalarıdır. Zamandan zamana daha farklı bir insan olmamızın ve değişmemizin özü ise içselliğimizdeki bu arzu kombinasyonlarının birbiriyle daha farklı bağlar kurmasından ve yoğunlaşmasından dolayıdır.
Sahip olduğu bu arzular, kişinin içselliğine bir piramit düzeniyle yerleştirilmiştir ve piramidin her bir katmanı, birbiriyle bağ içerisindedir. Bu arzular piramidinin en alt tabakası, yeme, içme ve cinsellik arzularından meydana gelir. Piramidin üst tabakalarında ise sırasıyla, para kazanma, insanları yönetme ve saygı görme, bilgi arzuları vardır. Gelişmekte olan bir kişi, kendi içselliğinde, bu arzularla yetinememeye başlar. Hayat, bu kişiye anlamsız gelmeye başlar. Kişi, içselliğinde, bir türlü ismini koyamadığı, huzursuzlukla sarılı bir boşluk hissiyatı deneyimlemeye başlar. Bu kişi bilmelidir ki, her şey yeni başlıyor. Bütün bu baskılanmalar, kişinin doğuma hazır olması içindir, zira, uygun şartlar sağlanmadıkça, sağlıklı bir doğum gerçekleşemez.
Hayatın anlamına dair cevap bulamayan ve boşluk denizinde yüzmekte olan kişinin içselliğinde, bir nokta parıldamaya başlar. Parıldamaya başlayan bu nokta, kişide, ‘Bir şeyler buldum, ancak ne bulduğumu bilmiyorum’ hissiyatını uyandırır. İçselliğinde uyanan bu noktanın peşinden giden kişi, içinde yüzdüğü boşluk denizini saf ve berrak sularla dolduracağı bir yolculuğa başlamış demektir. Ne mutlu sana, güzel insan!
Kişi, bu noktanın peşinden gittikçe, varacağı yere varmanın özlemiyle yanmaya başlar. Varacağı yeri, varmadan bilemez, ancak varmak için özlemle kavrulur. Bu özlem, kavuşmanın ne olduğunun idrakine varabilmesi içindir. Kişinin özlemi ne kadar büyükse, kavuşması da o kadar büyük olur ve her bir kavuşma, bir düğüne sebep olur.
Bu noktanın arzusu, yani özlemi, başka noktalara kavuşmak ve başka noktalarla bütünleşmektir. Zira, noktalar birbiriyle kavuşurlarsa, güneşin parladığı, serin nehirlerin aktığı kusursuz bir resim ortaya çıkabilir. Aksi takdirde, parıldayan nokta, sönen bir yıldız gibi gökyüzünden kaybolur. Birbirini arayan bu noktalar, hücre gibidirler ve bağ kurup, tek bir vücut olabilmek için birbirini ararlar ki, bütün vücut, her bir noktayı beslesin. Bunun nedeni şudur: ‘Tek vücut olmadan, birlik olmadan, döllenme ve daha sonrasında yeni bir doğum gerçekleşemez.’
Böylelikle, mevcut gelişimimiz belli bir erek noktasına ulaştığında, manevi gelişim sürecimiz başlar. Bu fenomen, her insanda eş zamanlı olarak gerçekleşmez, zira, yaratılış sistemi, bir piramit şeklindedir. Ancak bu piramitsel sistem, daire formuna gelmeye yazgılıdır. Yaratılış nihai formuna ulaşana kadar, evrim kanunları gereği doğa, bizleri vardıracağı yere vardırmak için baskılamaya devam edecektir.
Bizler, her seferinde yeni baskılanmalara maruz kalacağız ki, böylelikle, yeni doğumumuza hazır hale gelebilelim. Bu dünyadayken, tekrar doğmanın yollarını aramalıyız, zira, ölümü beklemek, yaşamı kaçırmaktır. İnsan, gerçek yaşamı, bizzat kendisi talep etmelidir. Böylelikle, hem kendi evrimsel sürecini, hem de nihai evrim sürecini hızlandırmış olur.
Şunu bilmeliyiz ki, içselliğimizdeki bu nokta, ana rahmine tutunmaya çalışan bir sperm tanesi gibidir ve milyonlarca sperm tanesinden sadece birisi, rahme tutunabilir. Bu, rahme tutunamayan ve ölen spermlerin varlığının anlamsız olduğu anlamına gelmez. Aksine, her şey olması gerektiği gibidir, zira, gebelik ve doğum, ancak bu şekilde mümkündür ve önemli olan, ataların yeni nesillere aktarım yapabilmesidir. Yeni nesiller ise atalarının tohumlarına kendi parçalarını da karıştırırlar ve bu yeni tohum formu, kendisine uygun olan yeni bir toprağa ekilir. Bu, böyledir ve bu süreç devam edecektir. Ta ki, yeryüzünde ekilecek toprak kalmayana dek. Sizler, sperm taneleri! Her seferinde ana rahmine tutunmanın yollarını arayın, zira, arayan bulur. Bulan ise tekrar kaybeder ki, daha güzeline özlem duyup, daha güzeliyle kavuşsun ve kırk gün, kırk gece sonunda, kırk kapı açılsın. Ve her çeşit yemeğin olduğu, hiç bitmeyen bir düğünde, gelin ve damat, sonsuza dek, sonsuz bir deryada, sevgi, aşk, huzur ve sükûnet içinde dans etsin.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Özgün Törer
Gelin ve Damat / Özgün Törer
İnsan, kökü itibariyle, çevresindeki unsurlarla kendisini doldurma arzusudur. İnsanın içselliğinde, kendisinden bağımsız olarak arzular ortaya çıkar ve insan, bu ortaya çıkan arzularını doyurmak için, harekete geçer. Kişi, bütün hayatını belli arzuların peşinde koşarak geçirir. Her insanı eşsiz ve ayrı bir birey yapan, aynı arzuların farklı yoğunluklardaki kombinasyonlarına sahip olmalarıdır. Zamandan zamana daha farklı bir insan olmamızın ve değişmemizin özü ise içselliğimizdeki bu arzu kombinasyonlarının birbiriyle daha farklı bağlar kurmasından ve yoğunlaşmasından dolayıdır.
Sahip olduğu bu arzular, kişinin içselliğine bir piramit düzeniyle yerleştirilmiştir ve piramidin her bir katmanı, birbiriyle bağ içerisindedir. Bu arzular piramidinin en alt tabakası, yeme, içme ve cinsellik arzularından meydana gelir. Piramidin üst tabakalarında ise sırasıyla, para kazanma, insanları yönetme ve saygı görme, bilgi arzuları vardır. Gelişmekte olan bir kişi, kendi içselliğinde, bu arzularla yetinememeye başlar. Hayat, bu kişiye anlamsız gelmeye başlar. Kişi, içselliğinde, bir türlü ismini koyamadığı, huzursuzlukla sarılı bir boşluk hissiyatı deneyimlemeye başlar. Bu kişi bilmelidir ki, her şey yeni başlıyor. Bütün bu baskılanmalar, kişinin doğuma hazır olması içindir, zira, uygun şartlar sağlanmadıkça, sağlıklı bir doğum gerçekleşemez.
Hayatın anlamına dair cevap bulamayan ve boşluk denizinde yüzmekte olan kişinin içselliğinde, bir nokta parıldamaya başlar. Parıldamaya başlayan bu nokta, kişide, ‘Bir şeyler buldum, ancak ne bulduğumu bilmiyorum’ hissiyatını uyandırır. İçselliğinde uyanan bu noktanın peşinden giden kişi, içinde yüzdüğü boşluk denizini saf ve berrak sularla dolduracağı bir yolculuğa başlamış demektir. Ne mutlu sana, güzel insan!
Kişi, bu noktanın peşinden gittikçe, varacağı yere varmanın özlemiyle yanmaya başlar. Varacağı yeri, varmadan bilemez, ancak varmak için özlemle kavrulur. Bu özlem, kavuşmanın ne olduğunun idrakine varabilmesi içindir. Kişinin özlemi ne kadar büyükse, kavuşması da o kadar büyük olur ve her bir kavuşma, bir düğüne sebep olur.
Bu noktanın arzusu, yani özlemi, başka noktalara kavuşmak ve başka noktalarla bütünleşmektir. Zira, noktalar birbiriyle kavuşurlarsa, güneşin parladığı, serin nehirlerin aktığı kusursuz bir resim ortaya çıkabilir. Aksi takdirde, parıldayan nokta, sönen bir yıldız gibi gökyüzünden kaybolur. Birbirini arayan bu noktalar, hücre gibidirler ve bağ kurup, tek bir vücut olabilmek için birbirini ararlar ki, bütün vücut, her bir noktayı beslesin. Bunun nedeni şudur: ‘Tek vücut olmadan, birlik olmadan, döllenme ve daha sonrasında yeni bir doğum gerçekleşemez.’
Böylelikle, mevcut gelişimimiz belli bir erek noktasına ulaştığında, manevi gelişim sürecimiz başlar. Bu fenomen, her insanda eş zamanlı olarak gerçekleşmez, zira, yaratılış sistemi, bir piramit şeklindedir. Ancak bu piramitsel sistem, daire formuna gelmeye yazgılıdır. Yaratılış nihai formuna ulaşana kadar, evrim kanunları gereği doğa, bizleri vardıracağı yere vardırmak için baskılamaya devam edecektir.
Bizler, her seferinde yeni baskılanmalara maruz kalacağız ki, böylelikle, yeni doğumumuza hazır hale gelebilelim. Bu dünyadayken, tekrar doğmanın yollarını aramalıyız, zira, ölümü beklemek, yaşamı kaçırmaktır. İnsan, gerçek yaşamı, bizzat kendisi talep etmelidir. Böylelikle, hem kendi evrimsel sürecini, hem de nihai evrim sürecini hızlandırmış olur.
Şunu bilmeliyiz ki, içselliğimizdeki bu nokta, ana rahmine tutunmaya çalışan bir sperm tanesi gibidir ve milyonlarca sperm tanesinden sadece birisi, rahme tutunabilir. Bu, rahme tutunamayan ve ölen spermlerin varlığının anlamsız olduğu anlamına gelmez. Aksine, her şey olması gerektiği gibidir, zira, gebelik ve doğum, ancak bu şekilde mümkündür ve önemli olan, ataların yeni nesillere aktarım yapabilmesidir. Yeni nesiller ise atalarının tohumlarına kendi parçalarını da karıştırırlar ve bu yeni tohum formu, kendisine uygun olan yeni bir toprağa ekilir. Bu, böyledir ve bu süreç devam edecektir. Ta ki, yeryüzünde ekilecek toprak kalmayana dek. Sizler, sperm taneleri! Her seferinde ana rahmine tutunmanın yollarını arayın, zira, arayan bulur. Bulan ise tekrar kaybeder ki, daha güzeline özlem duyup, daha güzeliyle kavuşsun ve kırk gün, kırk gece sonunda, kırk kapı açılsın. Ve her çeşit yemeğin olduğu, hiç bitmeyen bir düğünde, gelin ve damat, sonsuza dek, sonsuz bir deryada, sevgi, aşk, huzur ve sükûnet içinde dans etsin.