Art niyetli ve haset olarak gördüğümüz ve nitelendirdiğimiz herkes, hiçbir zaman sevilmemiş olanlardır. Sevgiyi tanıyan biri, başkasına zarar geldiğinde sevinmez, başkalarını kendisine merdiven yapıp üstlerine basmaz, ince hesaplarla başkalarının mutsuzluğunun kokusunu almaz. Bu saydığım örnekleri en net haliyle çocuklarda görürsünüz. İhmal edilen ve sevilmeyen bir çocuk, başka bir çocuğun hatasını kollar, o çocuğa kızılsın diye içgüdüsel bir pusuda bekler ve istediği olunca da büyük bir keyifle güler. Sahip olduğu en ufak bir kırıntıyı bile muhafaza etmek ister çünkü ne yazıktır ki çoğu zaman o kırıntıdan başka hiçbir şeyi de yoktur elinde. Bu yüzden de malı hep değerlidir ve ciddi ölçüde hesapçıdır. İlgi her zaman kendisinde olsun ister ki içindeki o değersizlik hissi bir nebze olsun sussun ve rahat bir nefes alabilsin. Fakat bu istediği olmayınca ya olay çıkartmayı tercih eder ya da pasif agresif davranışlarla veya daha amiyane bir tabirle sinsice varlıklarını hissettirmek isterler. Ve evet, genelde sözünü ettiğimiz bu insanlar tilki gibi olabilmeyi diğerlerinden açık ara farkla daha iyi başarırlar. Üstelik daha çocukken bile. Zaten çocuk dediğime bakmayın karşınızda 40 yaşında biri de olsa onu yöneten, içinde yaşayan büyümemiş ve sevilmemiş çocuktur hep. Çünkü sevgiyi almayan bir insan esasen büyüyemez. Değişen tek şey fizikselliktir özetle.
Sevgisizliğin öz benliği bertaraf eden bir huyu vardır. İşin kötüsü çoğu ebeveyn de çocuğunu çok sevdiğini savunur yarattığı bir kişilik enkazına rağmen. Ya da aynı şekilde diğer ilişkilerde de durum bundan farksızdır. Kendi hayatımıza da dünyaya da en çok zararı iyilik yaptığını sananlar verdi bugüne kadar. İster mikro ölçekte bakalım ister makro, sonuç hiç değişmez. Eğer gerçekten olaylara zarar veren kişilerin gözünden bakarsak belki samimiyetlerine inanabiliriz fakat bu inanç yapılan yanlışı doğruya çevirmeye yetmez. Ve art niyet depolarıyla büyüyen bu çocuklar yani aslında çoğu zaman bizler şimdi niye her şeyde çuvalladığımızı daha iyi anlayabiliriz.
Elbette dünyaya baktığımızda, birileri canımızı yaktığında sağduyumuzu kaybederiz. İçimizde duyduğumuz şey öfke ve kinin orkestrası olur. Bazılarımız beddualarla yakarır, bazılarımız intikam naraları atar, bazılarımızsa hayattan kopar. Duyabildiğimiz tek şey kendi acımızdır ve çok da anlaşılabilir bir noktadır bulunduğumuz bu yer. Çoğu zaman en büyük yanılgımız dünyaya bakıp kötülüğü seçmek ve toplumsal ve geniş ölçekte yargılamalara gitmektir. Çünkü dışarda gördüğümüz ve kendi hayatımızda da yer alan kötülüğü, yanlışı genelde örtbas etme eğilimindeyiz. Halbuki dışarda gördüğümüz yanlışları da kendi içimizdeki yanlışlar besler. Ama bizim sesimiz genelde sadece başkalarına çıkar. Gördüğümüz tüm toplumsal şiddet olayları bunların birebir örneğidir. Televizyonda, sosyal medyada gördüğümüz insanları yuhalarız ama kendi içimizde yaşanan şiddeti sessizce yaşar ve yaşatırız. Bahanelerimiz de hep baş köşemizde durur. Şiddete karşıyızdır ama şiddeti besleyen şarkılar dinleriz, şiddete karşıyızdır ama konu ailemiz olunca bu normaldir ve her ailede olabilen şeylere dönüşür şiddetin ve baskının adı. 8 Mart’ta Kadınlar Gününü kutlarız, kadınların yüceliğinden ve özgürlüğünden dem vururuz ama işimize gelmeyince ilk fırsatta birbirimizi satarız, zorbalarız veya aşağılarız. Ölürüm Türkiye’m diye sloganlar atarak en önde yürürüz ama başkalarının canını malını düşünmeden magandalık yaparız. Sonra tüm bu eylemlerimizi meşru kılmak veya haklı çıkarmak için kurban rolüne bürünürüz. Her cümleye ama diye başlarız. -Ama ile başlayan cümleler daha baştan yok olmaya mahkumdur.-
Özetle sevgisizliğimizle yüzleşmemek için elimizden geleni ardına koymayız. Çevremize de bunu dikte ederiz ve gün sonunda dünya çok kötü bir yer haline geldi diye dert yakınırız. Sahiden soruyorum, biz çok iyiydik de dünya mı kendi kendine bu hale geldi?
Bizi idare eden ve art niyet besleyen tarafımızı tanımak, kendimize de şefkat göstermek ve her gün yaptığımız şeyleri, alışkanlıklarımızı gözden geçirmek, nefret söylemlerine, şiddete, kumpaslara ne kadar yakın olduğumuzu görmek bireysel yaşamlarımız için birer devrimdir. Çünkü bu görüş bize yeni bir ben vizyonu katacak en önemli başlangıç adımıdır. Ve birbirimizi etkileme gücünün ne denli geniş olduğunu bildiğimiz bir realitedeysek hayatımızda ve dünyamızda değişecek ve güzelleşecek şeyleri varın bir hesap edin!
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Rümeysa Dağdeviren
Başkalarına Kolay Bize Zor
Art niyetli ve haset olarak gördüğümüz ve nitelendirdiğimiz herkes, hiçbir zaman sevilmemiş olanlardır. Sevgiyi tanıyan biri, başkasına zarar geldiğinde sevinmez, başkalarını kendisine merdiven yapıp üstlerine basmaz, ince hesaplarla başkalarının mutsuzluğunun kokusunu almaz. Bu saydığım örnekleri en net haliyle çocuklarda görürsünüz. İhmal edilen ve sevilmeyen bir çocuk, başka bir çocuğun hatasını kollar, o çocuğa kızılsın diye içgüdüsel bir pusuda bekler ve istediği olunca da büyük bir keyifle güler. Sahip olduğu en ufak bir kırıntıyı bile muhafaza etmek ister çünkü ne yazıktır ki çoğu zaman o kırıntıdan başka hiçbir şeyi de yoktur elinde. Bu yüzden de malı hep değerlidir ve ciddi ölçüde hesapçıdır. İlgi her zaman kendisinde olsun ister ki içindeki o değersizlik hissi bir nebze olsun sussun ve rahat bir nefes alabilsin. Fakat bu istediği olmayınca ya olay çıkartmayı tercih eder ya da pasif agresif davranışlarla veya daha amiyane bir tabirle sinsice varlıklarını hissettirmek isterler. Ve evet, genelde sözünü ettiğimiz bu insanlar tilki gibi olabilmeyi diğerlerinden açık ara farkla daha iyi başarırlar. Üstelik daha çocukken bile. Zaten çocuk dediğime bakmayın karşınızda 40 yaşında biri de olsa onu yöneten, içinde yaşayan büyümemiş ve sevilmemiş çocuktur hep. Çünkü sevgiyi almayan bir insan esasen büyüyemez. Değişen tek şey fizikselliktir özetle.
Sevgisizliğin öz benliği bertaraf eden bir huyu vardır. İşin kötüsü çoğu ebeveyn de çocuğunu çok sevdiğini savunur yarattığı bir kişilik enkazına rağmen. Ya da aynı şekilde diğer ilişkilerde de durum bundan farksızdır. Kendi hayatımıza da dünyaya da en çok zararı iyilik yaptığını sananlar verdi bugüne kadar. İster mikro ölçekte bakalım ister makro, sonuç hiç değişmez. Eğer gerçekten olaylara zarar veren kişilerin gözünden bakarsak belki samimiyetlerine inanabiliriz fakat bu inanç yapılan yanlışı doğruya çevirmeye yetmez. Ve art niyet depolarıyla büyüyen bu çocuklar yani aslında çoğu zaman bizler şimdi niye her şeyde çuvalladığımızı daha iyi anlayabiliriz.
Elbette dünyaya baktığımızda, birileri canımızı yaktığında sağduyumuzu kaybederiz. İçimizde duyduğumuz şey öfke ve kinin orkestrası olur. Bazılarımız beddualarla yakarır, bazılarımız intikam naraları atar, bazılarımızsa hayattan kopar. Duyabildiğimiz tek şey kendi acımızdır ve çok da anlaşılabilir bir noktadır bulunduğumuz bu yer. Çoğu zaman en büyük yanılgımız dünyaya bakıp kötülüğü seçmek ve toplumsal ve geniş ölçekte yargılamalara gitmektir. Çünkü dışarda gördüğümüz ve kendi hayatımızda da yer alan kötülüğü, yanlışı genelde örtbas etme eğilimindeyiz. Halbuki dışarda gördüğümüz yanlışları da kendi içimizdeki yanlışlar besler. Ama bizim sesimiz genelde sadece başkalarına çıkar. Gördüğümüz tüm toplumsal şiddet olayları bunların birebir örneğidir. Televizyonda, sosyal medyada gördüğümüz insanları yuhalarız ama kendi içimizde yaşanan şiddeti sessizce yaşar ve yaşatırız. Bahanelerimiz de hep baş köşemizde durur. Şiddete karşıyızdır ama şiddeti besleyen şarkılar dinleriz, şiddete karşıyızdır ama konu ailemiz olunca bu normaldir ve her ailede olabilen şeylere dönüşür şiddetin ve baskının adı. 8 Mart’ta Kadınlar Gününü kutlarız, kadınların yüceliğinden ve özgürlüğünden dem vururuz ama işimize gelmeyince ilk fırsatta birbirimizi satarız, zorbalarız veya aşağılarız. Ölürüm Türkiye’m diye sloganlar atarak en önde yürürüz ama başkalarının canını malını düşünmeden magandalık yaparız. Sonra tüm bu eylemlerimizi meşru kılmak veya haklı çıkarmak için kurban rolüne bürünürüz. Her cümleye ama diye başlarız. -Ama ile başlayan cümleler daha baştan yok olmaya mahkumdur.-
Özetle sevgisizliğimizle yüzleşmemek için elimizden geleni ardına koymayız. Çevremize de bunu dikte ederiz ve gün sonunda dünya çok kötü bir yer haline geldi diye dert yakınırız. Sahiden soruyorum, biz çok iyiydik de dünya mı kendi kendine bu hale geldi?
Bizi idare eden ve art niyet besleyen tarafımızı tanımak, kendimize de şefkat göstermek ve her gün yaptığımız şeyleri, alışkanlıklarımızı gözden geçirmek, nefret söylemlerine, şiddete, kumpaslara ne kadar yakın olduğumuzu görmek bireysel yaşamlarımız için birer devrimdir. Çünkü bu görüş bize yeni bir ben vizyonu katacak en önemli başlangıç adımıdır. Ve birbirimizi etkileme gücünün ne denli geniş olduğunu bildiğimiz bir realitedeysek hayatımızda ve dünyamızda değişecek ve güzelleşecek şeyleri varın bir hesap edin!
Rümeysa Dağdeviren