Esaretten Özgürlüğe

Yazının Giriş Tarihi: 09.09.2025 16:02
Yazının Güncellenme Tarihi: 09.09.2025 16:04

Hayatlarımızın alışveriş temeline dayandığı bir sistemde, biz insanlar, almayı arzuluyor, vermeyi ise kesin bir şekilde reddediyoruz. Çünkü kendimizi, alabileceğimizi sandığımız her şeyle yapay bir aidiyet bağı kurarak ilişkilendiriyoruz. Gördüğümüz, duyduğumuz, tattığımız her türlü varlığın bize ait olabileceği fantezisi ile yaşıyor, bunları kaybetmekten duyduğumuz korku ile her şeyi kendimize saklayarak, adeta kendi hapishanemizi inşa ediyoruz.

Her şeyi almak ama hiçbir şeyi vermemek arzusu, bizleri, hayatlarımızın terminaline sürüklüyor ve yalnızlaştırıyor. Her türlü şeyi elde etmek, bizi zengin ve mutlu edecek sanıyoruz. Özgürlüğümüzün yegâne yolunun, her şeye sadece kendimizin sahip olmasından geçtiğini sanarak, muazzam bir yanılgı içinde yaşamımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. Halbuki insan, en büyük tutsaklıkları, paylaşmaktan ve vermekten noksan olduğunda yaşar.

Özgürlüğümüzün esas yolu ise başkalarının da -tıpkı kendimizin olduğu gibi- ihtiyaçları ve arzuları olduğunu anlayarak, ihtiyacımız kadarını alıp, kalan her şeyi birbirimizle paylaşmaktan geçiyor. Çünkü sahip olduğumuz kaynakları, imkânımız olduğu halde başkaları ile paylaşmıyorsak, hepimiz hırsızız demektir. Evet, hırsızlık sadece fiilen bir şey çalmak değildir, hırsızlık saklamaktır, paylaşmamaktır, vermemektir. Başkalarının ihtiyaçlarına kör, sağır, dilsiz olmaktır. Sadece kendini gözetmektir. Hoşa giden bir güzelliğe suni bir aidiyet duygusu atfedip, hevesini alınca hiçbir şey olmamış gibi bir kenara atmaktır. Açgözlülükle, hırsla, kıskançlıkla kullanılan ve bir kenara atılan o güzellikler, kişiyi içinden çıkamayacağı bir esarete büründürür. Başkalarıyla paylaşıldığı takdirde çoğalacak ve hayatın anlamını takdir etmeye yarayacak olan bu güzelliklere kişinin egoist doğası ket vurduğu zaman, kişi, tatminsizliklerle, bunalımlarla, mutsuzluklarla dolu bir ızdıraba yelken açar. Üretme kabızı olur, içsel yaratıcılıklardan uzaklaşır. Kendi elleriyle kurduğu o hapishanede, ömrünü çürütmek durumunda kalır.

Fakat hiçbir insan, böylesi ızdıraplarla dolu bir hapishanede yaşamaya mecbur değildir. Hayatı içsel yaratıcılıklarımızla realize edebilir ve kendimizi özgürleştirebiliriz. Yeter ki, paylaşmanın ihtiyacını edinebilelim ve paylaşmayı bilelim. Her birimizin, bir diğerine ihtiyaç duyduğu ve karşılıklı sorumluluk gerektiren bu sistemde özel bir yeri var. Bu özel yerimizi ise ancak birbirimizle etkileşime girerek, birbirimizle paylaşımda bulunarak keşfedebilir ve bu sayede kendimizi, doğru şekilde, doğru eylemlerle konumlandırabiliriz. İşte o zaman, hayatımız gerçekten, doğru alışveriş temelini realize etmiş olur. Ve hayatlarımızın mevcudiyeti, korkuların ve yalnızlığın dizginleri ile değil, sevginin ve beraberliğin varlığı ile sağlanmış olur.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.