Makalemizin bugünkü konusu şarkılara, şiirlere, hikayelere ve daha pek çok şeye konu olan, hala ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz ve hissetmediğimiz mesele: ‘Sevgi.’ Hani şu çok meşhur Yeşilçam filminde de sorulduğu gibi: ‘Sevgi neydi?’ ‘Sevgi emekti’ cevabı, bu sorunun önemini ve manasını anlamamızda bize yetecek tek paradigma değil ne yazık ki. Çünkü sevgi, yüreğimizdeki acı ve ızdırapları def edebilecek tek güçtür. Bu yüzden maruz kaldığımız her türlü kötülük, esasen sevgisizliğimizin bir sonucudur.
Para mı, itibar mı, bilgi mi, aldığımız nefesleri hayat denen bir kulvara yükseltecek olan? Adımımızı attığımız her yerin karanlığa gömüldüğü bu dünyada, bizi ihya edecek, kötülükleri iyileştirecek olan aramızdaki sevgi bağı değil de nedir?
Elbette sevgi derken, birbirini her türlü meşru zemini oluşturarak aldatan, birbirinin kuyusunu kazan ve bundan aldığı haz hissiyatı ile hareket eden mutluluk müsveddelerini kast etmiyoruz. Çünkü sevgi denen gücün tek bir gerçekliği vardır, ona da ‘Rağmen sevgisi’ denir.
Rağmen sevgisi, karşımızdaki insanı kendi çıkarlarımıza, ruh halimize, keyfimize göre değil, her türlü cefaya, zorluğa ve probleme göğüs gererek ve bu uğurda karşımızdaki insanı düşünerek, hissetmeye çalışarak verdiğimiz çabadır. Başka türlüsüne sevgi değil, kişinin kendisine yönelik hesabı, menfaati ve düşkünlüğü denir. Çünkü hayattaki mevcudiyetimizin temel ölçütü, başkasına yönelik geliştirebildiğimiz sevginin niteliği kadardır.
Bir başkasını düşünmeden, yalnızca kendi arzularımızı yerine getirmek adına yaptığımız eylemlerin hiçbirinde, sevginin kırıntısını dahi bulmak mümkün değildir. Sevgi yalnızca insanların karşılıklı olarak birbirlerinin üzerine titremesiyle, her türlü ihtiyacın ve arzunun gözetilmesi ile var ettiğimiz, hayata açılan bir kapıdır. Ve bizler bu kapıyı araladığımız takdirde, yaşamanın ne olduğunu anlayabilir ve hissedebiliriz. Aksi takdirde başkalarını sömürerek yaşadığımızı sandığımız bu cehennemin yalnızlığında ömrümüzü tüketecek ve 60-70 yaşlarına geldiğimizde (eğer şanslı isek), hayatımızın kayda değer, özlemle anılacak, hatırlanacak hiçbir tarafının olmadığı gerçeği kalplerimize cam parçaları gibi saplanacak.
Sevmenin ne kadar kutsal ne kadar değerli bir şey olduğunu iş işten geçtikten sonra anlamak yerine, bugünümüzden başlayarak inşa etmek için neyi bekliyoruz? Birbirimizin cehennemine odun atmak için sıraya girmek yerine, birbirimizin kalbine dokunmanın gerekliliğine varabilmek için daha ne kadar savaşla, ızdırapla, krizle burun buruna gelmemiz gerekiyor?
Yaşadığımız bunca nefretin panzehiri artık, sadece aramızda geliştireceğimiz sevgiye bağlı ve bağımlı. Çünkü her birimiz gerek kişisel hayatlarımızda, gerekse kolektif hayatımızda nefreti, ızdırabı, sevginin var olmadığı gerçeklikleri tanıdık, tanımaya da devam ediyoruz. Öyleyse artık, gözümüzü kalplerimizin birbiri için attığı bir dünyaya açmanın zamanı geldi de geçmiyor mu?
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Rümeysa Dağdeviren
Rağmen Sevgisi
Makalemizin bugünkü konusu şarkılara, şiirlere, hikayelere ve daha pek çok şeye konu olan, hala ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz ve hissetmediğimiz mesele: ‘Sevgi.’ Hani şu çok meşhur Yeşilçam filminde de sorulduğu gibi: ‘Sevgi neydi?’ ‘Sevgi emekti’ cevabı, bu sorunun önemini ve manasını anlamamızda bize yetecek tek paradigma değil ne yazık ki. Çünkü sevgi, yüreğimizdeki acı ve ızdırapları def edebilecek tek güçtür. Bu yüzden maruz kaldığımız her türlü kötülük, esasen sevgisizliğimizin bir sonucudur.
Para mı, itibar mı, bilgi mi, aldığımız nefesleri hayat denen bir kulvara yükseltecek olan? Adımımızı attığımız her yerin karanlığa gömüldüğü bu dünyada, bizi ihya edecek, kötülükleri iyileştirecek olan aramızdaki sevgi bağı değil de nedir?
Elbette sevgi derken, birbirini her türlü meşru zemini oluşturarak aldatan, birbirinin kuyusunu kazan ve bundan aldığı haz hissiyatı ile hareket eden mutluluk müsveddelerini kast etmiyoruz. Çünkü sevgi denen gücün tek bir gerçekliği vardır, ona da ‘Rağmen sevgisi’ denir.
Rağmen sevgisi, karşımızdaki insanı kendi çıkarlarımıza, ruh halimize, keyfimize göre değil, her türlü cefaya, zorluğa ve probleme göğüs gererek ve bu uğurda karşımızdaki insanı düşünerek, hissetmeye çalışarak verdiğimiz çabadır. Başka türlüsüne sevgi değil, kişinin kendisine yönelik hesabı, menfaati ve düşkünlüğü denir. Çünkü hayattaki mevcudiyetimizin temel ölçütü, başkasına yönelik geliştirebildiğimiz sevginin niteliği kadardır.
Bir başkasını düşünmeden, yalnızca kendi arzularımızı yerine getirmek adına yaptığımız eylemlerin hiçbirinde, sevginin kırıntısını dahi bulmak mümkün değildir. Sevgi yalnızca insanların karşılıklı olarak birbirlerinin üzerine titremesiyle, her türlü ihtiyacın ve arzunun gözetilmesi ile var ettiğimiz, hayata açılan bir kapıdır. Ve bizler bu kapıyı araladığımız takdirde, yaşamanın ne olduğunu anlayabilir ve hissedebiliriz. Aksi takdirde başkalarını sömürerek yaşadığımızı sandığımız bu cehennemin yalnızlığında ömrümüzü tüketecek ve 60-70 yaşlarına geldiğimizde (eğer şanslı isek), hayatımızın kayda değer, özlemle anılacak, hatırlanacak hiçbir tarafının olmadığı gerçeği kalplerimize cam parçaları gibi saplanacak.
Sevmenin ne kadar kutsal ne kadar değerli bir şey olduğunu iş işten geçtikten sonra anlamak yerine, bugünümüzden başlayarak inşa etmek için neyi bekliyoruz? Birbirimizin cehennemine odun atmak için sıraya girmek yerine, birbirimizin kalbine dokunmanın gerekliliğine varabilmek için daha ne kadar savaşla, ızdırapla, krizle burun buruna gelmemiz gerekiyor?
Yaşadığımız bunca nefretin panzehiri artık, sadece aramızda geliştireceğimiz sevgiye bağlı ve bağımlı. Çünkü her birimiz gerek kişisel hayatlarımızda, gerekse kolektif hayatımızda nefreti, ızdırabı, sevginin var olmadığı gerçeklikleri tanıdık, tanımaya da devam ediyoruz. Öyleyse artık, gözümüzü kalplerimizin birbiri için attığı bir dünyaya açmanın zamanı geldi de geçmiyor mu?
Rümeysa Dağdeviren