Biz insanlar sık sık yolumuzu kaybediyoruz. Kasıtlı olarak planlanmış gibi görünen bu kaybolmalar, doğanın güçlü eli tekrar ana yola atmadan önce bizi çalıştırıyor, değiştiriyor, dönüştürüyor gibi görünüyor. Hiçbir dönüşüm de acısız ve sancısız gelmiyor.
Peki ne yapacağız? Sırf acı çekiyoruz diye bu dönüşüm fırsatına sırtımızı dönmeye devam mı edeceğiz yoksa içine düştüğümüz bu yolu tamamlamak ve diğer insanların da tamamlamasına destek olmak amacıyla, ne hissedersek hissedelim, yolda kalmayı hatta gerekirse onların ayaklarının altındaki yol olmayı mı seçeceğiz?
Acı çekmekten kaçma refleksini, kendimizi bir cerrahın neşterine teslim ettiğimizde neden göstermiyoruz peki? Hatta sırf daha sağlıklı, daha fit, daha güzel, daha saygın, daha zengin olabilmek uğruna, uzaktan bakıldığında delilik gibi görünen süreçleri deneyimlemeye gönüllü oluyoruz.
Buldum, cevabı basit! Çünkü bu deneyimlerin bizlere ne getireceğini ne alacağımızı ne kazanacağımızı biliyoruz. Finalde almak varsa, bu alış-verişten kârlı çıkacak olan bensem, tüm acıların içinden geçmeye gönüllü oluyorum demek ki. Öyle ya tüm dünya benim için, hep benim kazanmam için var! Diğerleri mi? Benden daha önemli değil, ben yoksam onlar da yok öyle değil mi? İşte bu yaklaşımın, bu egoizmin, bu ben merkezciliğin bizi getirdiği yer, tam da şu an içine düştüğümüz, çaresizlikten kıvranan insanların hızla arttığı dünya! Belli ki burası son durak!
Aynı süreci kopyalayarak alıp yaşamın ta kendisine yapıştırdığımızda ne görürdük acaba hiç düşündünüz mü? Öyle görünüyor ki yaşamın merkezine ben kendimi, kendi hissettiklerimi, düşündüklerimi veya benimle bağlantılı gördüğüm değerlilerimi aldığım zaman, yaşam benimle konuşmuyor. Çünkü belli ki yaşamın bana yabancı gelen kendi dili ve sesini duyamadığım kendi enstrümanları var.
Ben henüz onun dilini anlayamasam, onun enstrümanlarını nasıl kullandığını bilemesem de anlamaya ve hissetmeye dair içimde devinen arzular, yüzümü ona dönmeme sebep oluyor. Çünkü anladım ki bildiklerimin, biriktirdiklerimin beni getireceği nihai noktaya çoktan ulaştım. Buradan sonra başka bir şey, başka bir araç, başka bir anlayış gerekiyor.
Sonuçlardan sebeplere gitme yolculuğu bu! Bazen de sonucu yeterince idrak etmeden sebepleri dilenmek… Mesele şu ki biz insanlar kime döneceğimizi bilmiyoruz. Dilenmek diyorum çünkü kendi anlayışımı zorlayıp, bu anlayışla gidecek başka bir yerim olmadığını anlamaya geldiğimde, daha geniş, daha derin, daha net bir anlayışın benim üzerimde gezindiğini fark ediyorum. Gördüğüm algıladığım tek şey kendimsem, tüm hayatım boyunca kendi algım içinde geziniyorsam, çok daha fazlasının olduğuna dair bu algı her şeyi değiştiriyor. Ödül bu! Yaşamın kulağına eğilip ‘Daha fazlası var!’ demesi…
İnsanoğlunun düştüğü en derin kuyulardan biri, neyi bilmediğini bilmeme kuyusu. Aslında çok daha kötüsü de var: ‘Her şeyi bildiğini bilme kuyusu.’ İşte oraya düştüğümüz anlar kendi dışımızdan uzanan o ellere hatta o ellerden gelen tokatlara şiddetle ihtiyaç duyduğumuz anlar. Uzaktan bakıldığında tokat yemek kötü gibi görünse de resmi büyüttüğümüzde, amacı ve niyeti gördüğümüzde, bunun bir yardım hem de çok değerli bir yardım olduğunu görüyoruz.
Öyle ya doğanın güçlü eli bir taraftan yüzümüze tokat atarken, bir yandan da saçlarımızı okşuyor. Sorun şu ki bizim algı kodumuz onunkinden farklı. Onun yardım diye gönderdiği her şey bize işkence gibi geliyor. Öfkeden gözümüz kararıyor, bir suçlu hem de en çok suçlu olanı arıyoruz ki tüm bunların hesabını sorabilelim. Bilmiyoruz, hissetmiyoruz ki yardım ters köşeden de geliyor.
Merak ediyorum da yaşamın dilinden sadece tatlı sözler dökülseydi, her birimizin etrafında pervane olup ne istersek anında bizi verseydi bu bizi nereye, nasıl bir yere götürürdü? Bana kalırsa bu mevcut halimizde, mevcut algımızda kalmamız, orada durmamız için terk etmek olurdu. Böyle davransaydı bizden umudunu kesmiş olurdu. Halbuki belli ki onun tek derdi bizi uyandırmak, büyütmek, göstermek ve anlatmak. Bizlere nasıl ‘İnsan’ olacağımızı anlatmak...
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yasemin Koçak Tezel
Bana Nasıl ‘İnsan’ Olacağımı Öğret
Biz insanlar sık sık yolumuzu kaybediyoruz. Kasıtlı olarak planlanmış gibi görünen bu kaybolmalar, doğanın güçlü eli tekrar ana yola atmadan önce bizi çalıştırıyor, değiştiriyor, dönüştürüyor gibi görünüyor. Hiçbir dönüşüm de acısız ve sancısız gelmiyor.
Peki ne yapacağız? Sırf acı çekiyoruz diye bu dönüşüm fırsatına sırtımızı dönmeye devam mı edeceğiz yoksa içine düştüğümüz bu yolu tamamlamak ve diğer insanların da tamamlamasına destek olmak amacıyla, ne hissedersek hissedelim, yolda kalmayı hatta gerekirse onların ayaklarının altındaki yol olmayı mı seçeceğiz?
Acı çekmekten kaçma refleksini, kendimizi bir cerrahın neşterine teslim ettiğimizde neden göstermiyoruz peki? Hatta sırf daha sağlıklı, daha fit, daha güzel, daha saygın, daha zengin olabilmek uğruna, uzaktan bakıldığında delilik gibi görünen süreçleri deneyimlemeye gönüllü oluyoruz.
Buldum, cevabı basit! Çünkü bu deneyimlerin bizlere ne getireceğini ne alacağımızı ne kazanacağımızı biliyoruz. Finalde almak varsa, bu alış-verişten kârlı çıkacak olan bensem, tüm acıların içinden geçmeye gönüllü oluyorum demek ki. Öyle ya tüm dünya benim için, hep benim kazanmam için var! Diğerleri mi? Benden daha önemli değil, ben yoksam onlar da yok öyle değil mi? İşte bu yaklaşımın, bu egoizmin, bu ben merkezciliğin bizi getirdiği yer, tam da şu an içine düştüğümüz, çaresizlikten kıvranan insanların hızla arttığı dünya! Belli ki burası son durak!
Aynı süreci kopyalayarak alıp yaşamın ta kendisine yapıştırdığımızda ne görürdük acaba hiç düşündünüz mü? Öyle görünüyor ki yaşamın merkezine ben kendimi, kendi hissettiklerimi, düşündüklerimi veya benimle bağlantılı gördüğüm değerlilerimi aldığım zaman, yaşam benimle konuşmuyor. Çünkü belli ki yaşamın bana yabancı gelen kendi dili ve sesini duyamadığım kendi enstrümanları var.
Ben henüz onun dilini anlayamasam, onun enstrümanlarını nasıl kullandığını bilemesem de anlamaya ve hissetmeye dair içimde devinen arzular, yüzümü ona dönmeme sebep oluyor. Çünkü anladım ki bildiklerimin, biriktirdiklerimin beni getireceği nihai noktaya çoktan ulaştım. Buradan sonra başka bir şey, başka bir araç, başka bir anlayış gerekiyor.
Sonuçlardan sebeplere gitme yolculuğu bu! Bazen de sonucu yeterince idrak etmeden sebepleri dilenmek… Mesele şu ki biz insanlar kime döneceğimizi bilmiyoruz. Dilenmek diyorum çünkü kendi anlayışımı zorlayıp, bu anlayışla gidecek başka bir yerim olmadığını anlamaya geldiğimde, daha geniş, daha derin, daha net bir anlayışın benim üzerimde gezindiğini fark ediyorum. Gördüğüm algıladığım tek şey kendimsem, tüm hayatım boyunca kendi algım içinde geziniyorsam, çok daha fazlasının olduğuna dair bu algı her şeyi değiştiriyor. Ödül bu! Yaşamın kulağına eğilip ‘Daha fazlası var!’ demesi…
İnsanoğlunun düştüğü en derin kuyulardan biri, neyi bilmediğini bilmeme kuyusu. Aslında çok daha kötüsü de var: ‘Her şeyi bildiğini bilme kuyusu.’ İşte oraya düştüğümüz anlar kendi dışımızdan uzanan o ellere hatta o ellerden gelen tokatlara şiddetle ihtiyaç duyduğumuz anlar. Uzaktan bakıldığında tokat yemek kötü gibi görünse de resmi büyüttüğümüzde, amacı ve niyeti gördüğümüzde, bunun bir yardım hem de çok değerli bir yardım olduğunu görüyoruz.
Öyle ya doğanın güçlü eli bir taraftan yüzümüze tokat atarken, bir yandan da saçlarımızı okşuyor. Sorun şu ki bizim algı kodumuz onunkinden farklı. Onun yardım diye gönderdiği her şey bize işkence gibi geliyor. Öfkeden gözümüz kararıyor, bir suçlu hem de en çok suçlu olanı arıyoruz ki tüm bunların hesabını sorabilelim. Bilmiyoruz, hissetmiyoruz ki yardım ters köşeden de geliyor.
Merak ediyorum da yaşamın dilinden sadece tatlı sözler dökülseydi, her birimizin etrafında pervane olup ne istersek anında bizi verseydi bu bizi nereye, nasıl bir yere götürürdü? Bana kalırsa bu mevcut halimizde, mevcut algımızda kalmamız, orada durmamız için terk etmek olurdu. Böyle davransaydı bizden umudunu kesmiş olurdu. Halbuki belli ki onun tek derdi bizi uyandırmak, büyütmek, göstermek ve anlatmak. Bizlere nasıl ‘İnsan’ olacağımızı anlatmak...
Yasemin Koçak Tezel