Gizli arzular insanın kendisinden bile gizli! İnsan, kendi iç dünyasına baktığında her şeyi tüm berraklığıyla gördüğünü sanır. Oysa en derinde sakladıklarını, karanlıkta tuttuklarını çoğu zaman bilerek görmezden gelir. Çünkü bazı gerçekler var ki yüzeye çıkarsa, yıllarca itinayla ördüğü ahlaki imaj çatırdayabilir. Üstelik o imaj çatırdadığında, insanın kendine anlattığı yüzyıllık masal da çöker.
Ahlak, bize çocukluğumuzdan itibaren giydirilen bir elbise gibi. Bu elbise bazen ipekten, bazen çuvaldan… İçine doğduğumuz çevrenin ürünü! Ama her durumda üzerimizde.
Toplum önüne böyle çıkarız; tertipli, düzgün, “iyi insan” olarak görünmek için kendimizi süsleriz. Oysa bu elbisenin altındaki beden, bambaşka arzularla kıvranır. Yasak hazlar, başkasının düşüşünden duyulan saklı memnuniyet, güce sahip olma arzusu… Bunlar açıkça dile getirilmez, çünkü dile gelirse, birbirimize anlattığımız o “iyi insan” hikâyesi çöker.
Jung, bu görünmeyen tarafımıza “gölge” der. Gölge, tıpkı evin en karanlık odasına atılmış ve kimsenin dokunmadığı eşyalar gibidir. Kapısı hep kapalıdır, toz ve rutubet kokusu içindedir. Orada ne varsa bastırılmıştır; utanç, öfke, ihtiras, kıskançlık… Ama bu demek değil ki o kapı kapalı kaldığında içeridekiler ölecek; aksine deneyimlerimizi işleme biçimimiz onu daha da güçlendirecek. Her bastırılış, onların kök salması demektir.
Birini yargılarken aslında kendi gölgelerimizle bakarız. Başkasında gördüğümüz, görebiliyorsak kesinlikle bizde de vardır; sadece açığa çıkarmamışızdır. Bu yüzden, onu yüksek sesle reddederiz. Çünkü ne kadar yüksek sesle reddedersek, o kadar “bizde yok” sanırız. Oysa reddedişimiz bile onun varlığının güçlü bir kanıtıdır.
Gizli arzular, fırsat anında beklenmedik şekilde su yüzüne çıkar. On yıl boyunca dimdik duran bir duvar, bir damla suyun sızıntısıyla yıkılır. “Ben asla yapmam” dediğimiz şey, tek bir anda yapılabilir hâle gelir. İşte o an, ahlakın perdesi düşer. Maskeler el değiştirir ve insan, mutlak gerçeğiyle baş başa kalır.
Bu an, iki kapılı bir odaya götürür bizi. Bir kapı, daha derin bir inkâra çıkar; diğer kapı ise dönüşüme. İlk kapıdan giren, gölgesini daha da karartır; ikinci kapıdan giren ise, kendi karanlığını tanır ve dönüştürmeye başlar. Ancak ikinci kapıdan geçmek cesaret ister. Bu cesaret insanın kendisiyle çalışma arzusundan gelir. Çünkü orada hiçbir bahane, hiçbir maske işe yaramayacaktır.
Ahlakın perdesi düştüğünde gördüğümüz manzara, doğal olarak çoğu zaman hoşumuza gitmez. Ama asıl olgunluk, o manzaraya bakabilme gücüdür. Çünkü gölgeyle yüzleşmek, onu evcilleştirmenin, dişlerini köreltmenin tek yoludur. Bastırmak, görmezden gelmek ya da susmak ise sadece içimizdeki savaşın şiddetini artırır.
Anladım ki mesele, karanlığımızı yok etmek değil. Mesele, onu tanımak, anlamak ve dönüştürmek. Karanlık, inkâr edildikçe büyür; ışığa çıkarıldığında ise form değiştirir ve insan, kendi gölgesinin altından ışığa çıkma gücüne sahip olduğunda, artık karanlıkta değil, kendi hakikatinde yürür.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yasemin Koçak Tezel
Gizli Arzuların Psikolojisi
Gizli arzular insanın kendisinden bile gizli! İnsan, kendi iç dünyasına baktığında her şeyi tüm berraklığıyla gördüğünü sanır. Oysa en derinde sakladıklarını, karanlıkta tuttuklarını çoğu zaman bilerek görmezden gelir. Çünkü bazı gerçekler var ki yüzeye çıkarsa, yıllarca itinayla ördüğü ahlaki imaj çatırdayabilir. Üstelik o imaj çatırdadığında, insanın kendine anlattığı yüzyıllık masal da çöker.
Ahlak, bize çocukluğumuzdan itibaren giydirilen bir elbise gibi. Bu elbise bazen ipekten, bazen çuvaldan… İçine doğduğumuz çevrenin ürünü! Ama her durumda üzerimizde.
Toplum önüne böyle çıkarız; tertipli, düzgün, “iyi insan” olarak görünmek için kendimizi süsleriz. Oysa bu elbisenin altındaki beden, bambaşka arzularla kıvranır. Yasak hazlar, başkasının düşüşünden duyulan saklı memnuniyet, güce sahip olma arzusu… Bunlar açıkça dile getirilmez, çünkü dile gelirse, birbirimize anlattığımız o “iyi insan” hikâyesi çöker.
Jung, bu görünmeyen tarafımıza “gölge” der. Gölge, tıpkı evin en karanlık odasına atılmış ve kimsenin dokunmadığı eşyalar gibidir. Kapısı hep kapalıdır, toz ve rutubet kokusu içindedir. Orada ne varsa bastırılmıştır; utanç, öfke, ihtiras, kıskançlık… Ama bu demek değil ki o kapı kapalı kaldığında içeridekiler ölecek; aksine deneyimlerimizi işleme biçimimiz onu daha da güçlendirecek. Her bastırılış, onların kök salması demektir.
Birini yargılarken aslında kendi gölgelerimizle bakarız. Başkasında gördüğümüz, görebiliyorsak kesinlikle bizde de vardır; sadece açığa çıkarmamışızdır. Bu yüzden, onu yüksek sesle reddederiz. Çünkü ne kadar yüksek sesle reddedersek, o kadar “bizde yok” sanırız. Oysa reddedişimiz bile onun varlığının güçlü bir kanıtıdır.
Gizli arzular, fırsat anında beklenmedik şekilde su yüzüne çıkar. On yıl boyunca dimdik duran bir duvar, bir damla suyun sızıntısıyla yıkılır. “Ben asla yapmam” dediğimiz şey, tek bir anda yapılabilir hâle gelir. İşte o an, ahlakın perdesi düşer. Maskeler el değiştirir ve insan, mutlak gerçeğiyle baş başa kalır.
Bu an, iki kapılı bir odaya götürür bizi. Bir kapı, daha derin bir inkâra çıkar; diğer kapı ise dönüşüme. İlk kapıdan giren, gölgesini daha da karartır; ikinci kapıdan giren ise, kendi karanlığını tanır ve dönüştürmeye başlar. Ancak ikinci kapıdan geçmek cesaret ister. Bu cesaret insanın kendisiyle çalışma arzusundan gelir. Çünkü orada hiçbir bahane, hiçbir maske işe yaramayacaktır.
Ahlakın perdesi düştüğünde gördüğümüz manzara, doğal olarak çoğu zaman hoşumuza gitmez. Ama asıl olgunluk, o manzaraya bakabilme gücüdür. Çünkü gölgeyle yüzleşmek, onu evcilleştirmenin, dişlerini köreltmenin tek yoludur. Bastırmak, görmezden gelmek ya da susmak ise sadece içimizdeki savaşın şiddetini artırır.
Anladım ki mesele, karanlığımızı yok etmek değil. Mesele, onu tanımak, anlamak ve dönüştürmek. Karanlık, inkâr edildikçe büyür; ışığa çıkarıldığında ise form değiştirir ve insan, kendi gölgesinin altından ışığa çıkma gücüne sahip olduğunda, artık karanlıkta değil, kendi hakikatinde yürür.
Yasemin Koçak Tezel