İnsanın içindeki eksiklik duygusu, yokluktan değil; bir çağrıdan doğar. Dışarıdan bakıldığında hayatımızda büyük bir eksik yoktur belki, fakat içimizde sanki hiçbir şey tam değildir. Ne sevinç kalıcı olur, ne başarı bizi tamamlar, ne de en çok istediğimiz şey ruhumuzun derinlerindeki açlığı doyurabilir. Sürekli açızdır, sanki bizi doyuracak yemek yoktur bu dünyada!
Bizi huzursuz eden, sahip olmadıklarımız değil; sahip olduklarımızın içimizdeki boşluğu dolduramamasıdır. Bu boşluk öyle büyüktür ki kalabalıkların peşine düştüğü şeyler bile küçük gelir insana, doymaz onlarla, doyamaz…
Eksiklik, insanın kırılmış bir yanı değil; tamamlanmaya yönelik güçlü arzusudur aslında. Tamamlanmak için de eksik olanı görmeye gelmesi gerekir. Eksikliği doğru tanımlayamaz önce, bambaşka şeylerle kendini doldurmaya çalışır. Nihayetinde anlar ki bunların hepsi zaman kaybı ve boş, bomboş!
İçimizde sürekli kıpırdayan, hafifçe sızlayan, sürekli kendini hatırlatan o his… Orada bir şey eksiktir, ama ne olduğunu hemen bulamayız. Belirsiz bir özlem, adını koyamadığımız bir ihtiyaç, tarif edemediğimiz bir arayış ve bekleyiş hâli… İnsan, kendi içinde neyi kaybettiğini bilmeden bir ömür hatta ömürler tüketir.
Çünkü eksiklik bir noksanlık değil; yönü gösteren bir pusuladır. Halihazırda bindiğin hayat treninden inip, tam tersine giden yepyeni bir araca geçişin gerekliliğini işaret eden içsel tabeladır.
İnsan ne kadar isterse istesin, dış dünyadaki hiçbir şeyin içindeki o boşluğu kapatamadığını fark ettiği an büyür. Tamamlanmanın nesnelerde, ilişkilerde, başarıda ya da statüde olmadığını anladıkça daha da yaklaşır kendine. Çünkü eksik hissetmek, “bir şey yanlış” demek değildir; “bir şey seni çağırıyor” demektir.
Eksiklik bizi cezalandırmaz; uyandırır. Doymadığımız her an, aslında başka bir seviyeye davet ediliriz. Bu yüzden en mutlu anlarımız bile kısa sürelidir; çünkü insanın içindeki devinim, durmak bilmez. Ne elde ettiklerimiz bizi tamamen mutlu eder ne de kaybettiklerimiz bizi mahveder. Hep bir boşluk, hep bir devam duygusu, hep bir “bir şey daha olmalı” hissi…
Bu his, zayıflığın değil; insan olmanın işaretidir. Peki insana neden hiçbir şey yetmez?
Çünkü insan, tamamlanmak için yaratılmamıştır; tamamlanmayı aramak için yaratılmıştır.
Arayış yok olduğunda, insan da içsel hareketini kaybeder. Eksiklik, insanı acıya sürüklemek için değil, onu kendi içsel kaynağına doğru yönlendirmek için vardır.
Ne kadar büyürsek büyüyelim, içimizde tamamlanmamış küçük bir parça hep kalır; çünkü o parça bizi diri tutar. Eksik hissetmek, yaşamın bize verdiği en samimi ve açık geri bildirimdir.
Bu his olmasa, insan hiçbir şeyi dönüştüremez, değiştiremez, soru soramaz, derinleşemez.
Eksiklik, bizi harekete geçiren ilk kuvvettir; ruhun nefesidir. Ve insan eksikliğini kabul etmeye başladığında, bir mucize olur: Eksiklik artık acıtmamaya başlar. Çünkü insan bu kez boşluğu doldurmaya çalışmaz; boşluğun ona neyi göstermek istediğini duymaya başlar.
Eksiklik bir hastalık değil; okunmayı bekleyen bir işarettir. Kendini bilmek de işte orada başlar: Doyuramadığın yerin aslında seni büyüten yer olduğunu anladığında. Eksikliğinin düşman değil, yol boyunca sana eşlik edecek olan olduğunu fark ettiğinde.
İnsan neden hep eksik hisseder? Çünkü eksik hissetmek, insanın içsel pusulasının hâlâ çalıştığını gösterir. Eksik hissetmeseydik, aramazdık; arayış biterdi. Arayış biterse, insan da biterdi. Ve belki de en büyük tamlık, eksik olduğumuzu fark ettiğimiz an başlar. Kalp, o zaman ‘hayatı’ gerçekten yaşamak ister zira sahip olduğu her şey sonludur, kısa bir dönem için ona emanet edilmiştir: Kendi bedenin, güzelliğin, gücün, kariyerin, çevren, itibarın, bedensel ve psikolojik ihtiyaçların, inançların vs sana kısa bir dönem için emanet edilen şeylerdir. Bunları kullanarak ‘sonsuz ve bitmeyecek olanı’ ara diye!
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yasemin Koçak Tezel
İnsan Neden Hep Eksik Hisseder?
İnsanın içindeki eksiklik duygusu, yokluktan değil; bir çağrıdan doğar. Dışarıdan bakıldığında hayatımızda büyük bir eksik yoktur belki, fakat içimizde sanki hiçbir şey tam değildir. Ne sevinç kalıcı olur, ne başarı bizi tamamlar, ne de en çok istediğimiz şey ruhumuzun derinlerindeki açlığı doyurabilir. Sürekli açızdır, sanki bizi doyuracak yemek yoktur bu dünyada!
Bizi huzursuz eden, sahip olmadıklarımız değil; sahip olduklarımızın içimizdeki boşluğu dolduramamasıdır. Bu boşluk öyle büyüktür ki kalabalıkların peşine düştüğü şeyler bile küçük gelir insana, doymaz onlarla, doyamaz…
Eksiklik, insanın kırılmış bir yanı değil; tamamlanmaya yönelik güçlü arzusudur aslında. Tamamlanmak için de eksik olanı görmeye gelmesi gerekir. Eksikliği doğru tanımlayamaz önce, bambaşka şeylerle kendini doldurmaya çalışır. Nihayetinde anlar ki bunların hepsi zaman kaybı ve boş, bomboş!
İçimizde sürekli kıpırdayan, hafifçe sızlayan, sürekli kendini hatırlatan o his… Orada bir şey eksiktir, ama ne olduğunu hemen bulamayız. Belirsiz bir özlem, adını koyamadığımız bir ihtiyaç, tarif edemediğimiz bir arayış ve bekleyiş hâli… İnsan, kendi içinde neyi kaybettiğini bilmeden bir ömür hatta ömürler tüketir.
Çünkü eksiklik bir noksanlık değil; yönü gösteren bir pusuladır. Halihazırda bindiğin hayat treninden inip, tam tersine giden yepyeni bir araca geçişin gerekliliğini işaret eden içsel tabeladır.
İnsan ne kadar isterse istesin, dış dünyadaki hiçbir şeyin içindeki o boşluğu kapatamadığını fark ettiği an büyür. Tamamlanmanın nesnelerde, ilişkilerde, başarıda ya da statüde olmadığını anladıkça daha da yaklaşır kendine. Çünkü eksik hissetmek, “bir şey yanlış” demek değildir; “bir şey seni çağırıyor” demektir.
Eksiklik bizi cezalandırmaz; uyandırır. Doymadığımız her an, aslında başka bir seviyeye davet ediliriz. Bu yüzden en mutlu anlarımız bile kısa sürelidir; çünkü insanın içindeki devinim, durmak bilmez. Ne elde ettiklerimiz bizi tamamen mutlu eder ne de kaybettiklerimiz bizi mahveder. Hep bir boşluk, hep bir devam duygusu, hep bir “bir şey daha olmalı” hissi…
Bu his, zayıflığın değil; insan olmanın işaretidir. Peki insana neden hiçbir şey yetmez?
Çünkü insan, tamamlanmak için yaratılmamıştır; tamamlanmayı aramak için yaratılmıştır.
Arayış yok olduğunda, insan da içsel hareketini kaybeder. Eksiklik, insanı acıya sürüklemek için değil, onu kendi içsel kaynağına doğru yönlendirmek için vardır.
Ne kadar büyürsek büyüyelim, içimizde tamamlanmamış küçük bir parça hep kalır; çünkü o parça bizi diri tutar. Eksik hissetmek, yaşamın bize verdiği en samimi ve açık geri bildirimdir.
Bu his olmasa, insan hiçbir şeyi dönüştüremez, değiştiremez, soru soramaz, derinleşemez.
Eksiklik, bizi harekete geçiren ilk kuvvettir; ruhun nefesidir. Ve insan eksikliğini kabul etmeye başladığında, bir mucize olur: Eksiklik artık acıtmamaya başlar. Çünkü insan bu kez boşluğu doldurmaya çalışmaz; boşluğun ona neyi göstermek istediğini duymaya başlar.
Eksiklik bir hastalık değil; okunmayı bekleyen bir işarettir. Kendini bilmek de işte orada başlar: Doyuramadığın yerin aslında seni büyüten yer olduğunu anladığında. Eksikliğinin düşman değil, yol boyunca sana eşlik edecek olan olduğunu fark ettiğinde.
İnsan neden hep eksik hisseder? Çünkü eksik hissetmek, insanın içsel pusulasının hâlâ çalıştığını gösterir. Eksik hissetmeseydik, aramazdık; arayış biterdi. Arayış biterse, insan da biterdi. Ve belki de en büyük tamlık, eksik olduğumuzu fark ettiğimiz an başlar. Kalp, o zaman ‘hayatı’ gerçekten yaşamak ister zira sahip olduğu her şey sonludur, kısa bir dönem için ona emanet edilmiştir: Kendi bedenin, güzelliğin, gücün, kariyerin, çevren, itibarın, bedensel ve psikolojik ihtiyaçların, inançların vs sana kısa bir dönem için emanet edilen şeylerdir. Bunları kullanarak ‘sonsuz ve bitmeyecek olanı’ ara diye!
Yasemin Koçak Tezel