İnsanın kendini, kendi gerçek doğasını görmesi zordur zira insan, kendi içindeki kırıklıkları dış dünyanın koşturmacasının içine saklayıp, kaybedebilir ama ilişki dediğimiz yakın temas alanında hiçbir şey saklı kalmaz.
Bu nedenle en çok sevdiğimiz insanlar, çoğu zaman bize en büyük yüzleşmelerimizin kapısını aralar. Çünkü yakınlık, insanın içsel duvarlarını inceltir; dışarıdan gelen en küçük bir etki bile içeride yıllardır biriken duyguları harekete geçirebilir. Bir söz, bir mimik, bir susma anı…
Dışarıdan bakıldığında önemsiz görünen ayrıntılar, insanın iç dünyasında beklenmedik kırılmalar yaratabilir. Bunun nedeni karşımızdaki kişinin gücü değil, onun bizde dokunduğu noktanın bu etkiye açık olmasıdır. İlişkilerde yaşadığımız çatışmalar çoğu zaman karşımızdakiyle ilgili değil; içimizdeki tamamlanmamış hikâyelerin, tamamlanamamışlığımızın görünür hâle gelmesidir.
Yakın ilişkilerin en temel gerçeği şudur: İnsan kendinden kaçabilir ama kendinin dışa yansıyan aynasından kaçamaz. Yan yana durmak, aynı evde nefes almak, aynı cümle içinde var olmak; bütün bunlar, insanın iç sesini daha yüksek bir perdeden duymasına neden olur.
O nedenle bazı insanlar bize huzur verirken bazıları içsel bir rahatsızlık uyandırır. Bu rahatsızlık genellikle karşımızdaki insandan değil, onun varlığının bizde uyandırdığı yankıdan, içimizde görünür kıldığı kırık yerlerden kaynaklanır.
Kişi kendini korumak için öfkeye, suçlamaya veya geri çekilmeye de sığınabilir ama bu savunmalar yalnızca yüzeyi değiştirir; içerdeki düğüm olduğu yerde kalır. Gerçek dönüşüm, tepkiyi dışarıya değil içeriye yönlendiren kişinin yaşadığı sessiz çalışma ve bunun çıktısı olan uyanıştır.
İlişkiler insanın sınırlarını değil, gerçek kapasitesini ortaya çıkarır. Bir insan en savunmasız hâlini en yakınında yaşar; çünkü yakınlık, insanın takındığı sosyal maskeleri düşürür. Bu maskeler düştüğünde kişi, kendi davranışlarının çıplak yansımalarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Sevdiğimiz birinin beklentisi, sessizliği ya da yorumu, içimizde uzun zamandır konuşmak istemediğimiz bir duyguyu tetikleyebilir. Bu tetiklenme bir tehdit değil, insanın kendine doğru davetidir. Çünkü her tetikleyici olay, insanın kendine sorduğu gerçeğe bir adımdır: “Burada beni bu kadar acıtan şey aslında ne?”
Bir ilişkide çatışma çıktığında çoğu insan dikkati karşı tarafa yöneltir; oysa çatışma, içsel düzenimizin, kendi içsel formumuzun bir göstergesidir. İnsanın tahammül edemediği şey, genellikle karşısındakinin yaptığı bir hata değil, kendi içindeki düzensizliğin açığa çıkmasıdır. Bu nedenle ilişkiler insanı ya büyütür ya da büyümeye zorlar. Yakınlık bir konfor alanı değil, insanın gelişim eşiğidir. Gerçek sevgi, karşı tarafı değiştirmeye çalışmak değil; kendi içsel hareketlerini izlemeyi öğrenmektir. İnsan kendini dönüştürdüğünde ilişkisi de onunla birlikte değişir; çünkü dış dünya her zaman iç dünyanın bir uzantısıdır.
Her insanın özel ilişkileri, aslında insanın kendisiyle yaptığı uzun ve derinlere kök salan bir konuşmadır. Karşımızdaki insan, farkında olmadan içimizdeki eksiklikleri, güvensizlikleri ve sakladığımız hassas bölgeleri görünür kılar. Bunun farkına varabilen kişi ilişkilerini bir mücadele alanı olarak değil, kendini tanıma fırsatı olarak görmeye başlar.
Böylelikle insan kırılmaktan korkmaz; çünkü kırılmanın, yeniden tamamlanmak için olduğunu, bir seviyenin sonu ama başka bir seviyenin başlangıcı olduğunu anlar. Her tartışma, her anlaşmazlık, her hayal kırıklığı; insanın kendinde dair daha önce görmediği bir ayrıntıyı açığa çıkarır. Bu da ilişkilerin asıl potansiyelidir: iki insan arasında yaşanan her şey, kişinin kendi iç dünyasında oluşan bir bilinç genişlemesine dönüşür.
Sonuç olarak, insanı en çok geliştiren karşılaşmalar, en çok zorlandığı kişilerdir. Çünkü insanı dönüştüren şey, karşısındaki kişinin yaklaşımı değil, o yaklaşımın içeride nereye çarptığı, neyi zorladığı ya da neyi doldurup boşalttığına bağlıdır. Yakın ilişkiler, insanın kendi içindeki karanlık yolları aydınlatan ışıklar yakar. Bu ışık bazen hoş, bazen de rahatsız edici olabilir; fakat hangi formda gelirse gelsin olanı gösterir ve insanı daha bütün bir hâle getirir. İlişkiler bu yüzden karmaşık değildir; insanın iç karmaşası ilişkiyi karmaşık gösterir. Kendi iç düzenini fark eden kişinin ilişkileri sadeleşir, kolaylaşır ve derinleşir. Çünkü insan en temelde şunu öğrenir: Yakınlık, bir başkasını anlamakla değil, kendisini anlamaya cesaret etmekle başlar.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yasemin Koçak Tezel
Neden En Çok Sevdiklerimiz Canımızı En Çok Yakar?
İnsanın kendini, kendi gerçek doğasını görmesi zordur zira insan, kendi içindeki kırıklıkları dış dünyanın koşturmacasının içine saklayıp, kaybedebilir ama ilişki dediğimiz yakın temas alanında hiçbir şey saklı kalmaz.
Bu nedenle en çok sevdiğimiz insanlar, çoğu zaman bize en büyük yüzleşmelerimizin kapısını aralar. Çünkü yakınlık, insanın içsel duvarlarını inceltir; dışarıdan gelen en küçük bir etki bile içeride yıllardır biriken duyguları harekete geçirebilir. Bir söz, bir mimik, bir susma anı…
Dışarıdan bakıldığında önemsiz görünen ayrıntılar, insanın iç dünyasında beklenmedik kırılmalar yaratabilir. Bunun nedeni karşımızdaki kişinin gücü değil, onun bizde dokunduğu noktanın bu etkiye açık olmasıdır. İlişkilerde yaşadığımız çatışmalar çoğu zaman karşımızdakiyle ilgili değil; içimizdeki tamamlanmamış hikâyelerin, tamamlanamamışlığımızın görünür hâle gelmesidir.
Yakın ilişkilerin en temel gerçeği şudur: İnsan kendinden kaçabilir ama kendinin dışa yansıyan aynasından kaçamaz. Yan yana durmak, aynı evde nefes almak, aynı cümle içinde var olmak; bütün bunlar, insanın iç sesini daha yüksek bir perdeden duymasına neden olur.
O nedenle bazı insanlar bize huzur verirken bazıları içsel bir rahatsızlık uyandırır. Bu rahatsızlık genellikle karşımızdaki insandan değil, onun varlığının bizde uyandırdığı yankıdan, içimizde görünür kıldığı kırık yerlerden kaynaklanır.
Kişi kendini korumak için öfkeye, suçlamaya veya geri çekilmeye de sığınabilir ama bu savunmalar yalnızca yüzeyi değiştirir; içerdeki düğüm olduğu yerde kalır. Gerçek dönüşüm, tepkiyi dışarıya değil içeriye yönlendiren kişinin yaşadığı sessiz çalışma ve bunun çıktısı olan uyanıştır.
İlişkiler insanın sınırlarını değil, gerçek kapasitesini ortaya çıkarır. Bir insan en savunmasız hâlini en yakınında yaşar; çünkü yakınlık, insanın takındığı sosyal maskeleri düşürür. Bu maskeler düştüğünde kişi, kendi davranışlarının çıplak yansımalarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Sevdiğimiz birinin beklentisi, sessizliği ya da yorumu, içimizde uzun zamandır konuşmak istemediğimiz bir duyguyu tetikleyebilir. Bu tetiklenme bir tehdit değil, insanın kendine doğru davetidir. Çünkü her tetikleyici olay, insanın kendine sorduğu gerçeğe bir adımdır: “Burada beni bu kadar acıtan şey aslında ne?”
Bir ilişkide çatışma çıktığında çoğu insan dikkati karşı tarafa yöneltir; oysa çatışma, içsel düzenimizin, kendi içsel formumuzun bir göstergesidir. İnsanın tahammül edemediği şey, genellikle karşısındakinin yaptığı bir hata değil, kendi içindeki düzensizliğin açığa çıkmasıdır. Bu nedenle ilişkiler insanı ya büyütür ya da büyümeye zorlar. Yakınlık bir konfor alanı değil, insanın gelişim eşiğidir. Gerçek sevgi, karşı tarafı değiştirmeye çalışmak değil; kendi içsel hareketlerini izlemeyi öğrenmektir. İnsan kendini dönüştürdüğünde ilişkisi de onunla birlikte değişir; çünkü dış dünya her zaman iç dünyanın bir uzantısıdır.
Her insanın özel ilişkileri, aslında insanın kendisiyle yaptığı uzun ve derinlere kök salan bir konuşmadır. Karşımızdaki insan, farkında olmadan içimizdeki eksiklikleri, güvensizlikleri ve sakladığımız hassas bölgeleri görünür kılar. Bunun farkına varabilen kişi ilişkilerini bir mücadele alanı olarak değil, kendini tanıma fırsatı olarak görmeye başlar.
Böylelikle insan kırılmaktan korkmaz; çünkü kırılmanın, yeniden tamamlanmak için olduğunu, bir seviyenin sonu ama başka bir seviyenin başlangıcı olduğunu anlar. Her tartışma, her anlaşmazlık, her hayal kırıklığı; insanın kendinde dair daha önce görmediği bir ayrıntıyı açığa çıkarır. Bu da ilişkilerin asıl potansiyelidir: iki insan arasında yaşanan her şey, kişinin kendi iç dünyasında oluşan bir bilinç genişlemesine dönüşür.
Sonuç olarak, insanı en çok geliştiren karşılaşmalar, en çok zorlandığı kişilerdir. Çünkü insanı dönüştüren şey, karşısındaki kişinin yaklaşımı değil, o yaklaşımın içeride nereye çarptığı, neyi zorladığı ya da neyi doldurup boşalttığına bağlıdır. Yakın ilişkiler, insanın kendi içindeki karanlık yolları aydınlatan ışıklar yakar. Bu ışık bazen hoş, bazen de rahatsız edici olabilir; fakat hangi formda gelirse gelsin olanı gösterir ve insanı daha bütün bir hâle getirir. İlişkiler bu yüzden karmaşık değildir; insanın iç karmaşası ilişkiyi karmaşık gösterir. Kendi iç düzenini fark eden kişinin ilişkileri sadeleşir, kolaylaşır ve derinleşir. Çünkü insan en temelde şunu öğrenir: Yakınlık, bir başkasını anlamakla değil, kendisini anlamaya cesaret etmekle başlar.
Yasemin Koçak Tezel