Toplumsal cinsiyet kavramı direnç gösterilen bir kavramdır. Bazı toplumlarda olduğu gibi bizim toplumumuzda da bu kavramdan çekinilir ve direnç gösterilir.
Bireylerin biyolojik cinsiyetlerinden bağımsız olarak toplum tarafından biçilen roller, beklentiler ve normlar bütününü ifade eden “toplumsal cinsiyet kavramı” ataerkil toplum yapılarında, toplumsal cinsiyet eşitliğine dikkat çekerek erkeklerin sahip olduğu bazı ayrıcalıkları ortaya koyar ve uzun yıllardır süregelen geleneksel normları sorgulamaya açar. Toplumsal cinsiyetin sosyal bir yapı, biyolojik cinsiyetin ise fiziksel bir gerçeklik olduğunu bilmeyen bireyler, bu iki kavramı aynı şey sanabilir ve yanlış çıkarımlarda bulunabilir. Bu kavram hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan bireyler, bu kavramın toplumun temel yapısını bozacağını düşünebilir. Yanlış bilgiler ve önyargılar, korkunun büyümesine yol açabilir .
Toplumsal cinsiyet, toplum tarafından şekillendirilen sosyal roller ve beklentilerden oluşurken, biyolojik cinsiyet fiziksel ve genetik özelliklere dayanır. Ancak bu iki kavramın karıştırılması, yanlış çıkarımlara ve çeşitli önyargılara yol açabilir. Örneğin, bazı bireyler toplumsal cinsiyet eşitliğinin kadınları “erkekleştireceğini”, erkekleri ise “kadınlaştıracağını” veya belirsiz bir cinsiyet yapısı oluşturacağını düşünerek endişe duyabilirler. Oysa bu algı, toplumsal cinsiyetin doğasını anlamamaktan kaynaklanır.
Mevcut toplum yapısında erkekler genellikle ayrıcalıklı bir konumda yer alırken, kadınlar ikinci plana itilmiş ve daha az fırsata sahip olmuşlardır. Örneğin günümüz koşullarında çalışan bir anne için; kamuda çalışmanın yanı sıra geleneksel şekilde ev işleri ve çocuk bakımıyla ilgilenmeleri beklenirken, erkeklerin bu sorumluluklardan muaf tutulması, baba çalıştıktan sonra dinlenirken, annenin hem çalışıp hem de ev işlerini yapmak zorunda olmasının normal görülmesi. Kadının iş yaşamında fırsat eşitsizliği yaşayarak sırf cinsiyetinden dolayı aynı işi yapan erkeklere kıyasla daha düşük maaş alması veya yönetici pozisyonlarına yükselme şanslarının daha az olması. Yine bazı toplumlarda kız çocuklarının eğitimine erkek çocuklara kıyasla daha az önem verilmesi. Örneğin, kırsal bölgelerde kız çocuklarının erken yaşta evlendirilerek eğitim hayatlarının sonlandırılması yaygın bir durum olabilir. Erkekler için de örnek oluşturabiliriz. Erkekler üzerinde de toplumsal beklentiler baskı oluşturarak erkeklerin güçlü, lider ve duygularını göstermeyen bireyler olmaları gerektiği yönündeki toplumsal baskılar. Örneğin, bir erkek ağladığında “erkekler ağlamaz” gibi ifadelerle duygularını bastırması teşvik edilebilir.
Ancak toplumsal cinsiyet eşitliği, bireylerin belirli kalıplara zorlanmasını değil, herkesin eşit haklara ve fırsatlara sahip olmasını amaçlar. Kadınların erkeklerden aşağıda, erkeklerin ise kadınlardan üstün olduğu düşüncesi toplumsal bir inşa olup gerçek bir denge sağlamaktan uzaktır.
Gerçek denge, bireylerin cinsiyetlerinden bağımsız olarak birbirlerinin yaşamlarını iyileştirmeye, desteklemeye ve eşit şartlarda birlikte var olmaya çalışmasıyla sağlanır. Kadınların ve erkeklerin insan ortak paydasında birleşerek birbirlerinin haklarını ve yaşam standartlarını yükseltmesi, sadece bireysel mutluluğu artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun genel yapısını daha adil ve sürdürülebilir hale getirir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, bireylerin özgürce seçim yapabilmesini, yeteneklerini geliştirebilmesini ve topluma katkıda bulunabilmesini teşvik eder. Bu süreç, kadınları veya erkekleri kendi cinsiyetlerinden uzaklaştırıp “Non-binary “ lar oluşturmak değil, her bireyin biyolojik cinsiyetiyle kendi rengiyle potansiyelini gerçekleştirebileceği daha kapsayıcı bir düzen ve toplumsal cinsiyet eşitliği oluşturmayı hedefler. İnsanın insanlaştığı kadının-erkeğin ve toplumsal barışın güçlendiği dengeli bir HAYATA!
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ruken Bayram
Korkma ! Toplumsal Cinsiyet Senin İçin!
Toplumsal cinsiyet kavramı direnç gösterilen bir kavramdır. Bazı toplumlarda olduğu gibi bizim toplumumuzda da bu kavramdan çekinilir ve direnç gösterilir.
Bireylerin biyolojik cinsiyetlerinden bağımsız olarak toplum tarafından biçilen roller, beklentiler ve normlar bütününü ifade eden “toplumsal cinsiyet kavramı” ataerkil toplum yapılarında, toplumsal cinsiyet eşitliğine dikkat çekerek erkeklerin sahip olduğu bazı ayrıcalıkları ortaya koyar ve uzun yıllardır süregelen geleneksel normları sorgulamaya açar. Toplumsal cinsiyetin sosyal bir yapı, biyolojik cinsiyetin ise fiziksel bir gerçeklik olduğunu bilmeyen bireyler, bu iki kavramı aynı şey sanabilir ve yanlış çıkarımlarda bulunabilir. Bu kavram hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan bireyler, bu kavramın toplumun temel yapısını bozacağını düşünebilir. Yanlış bilgiler ve önyargılar, korkunun büyümesine yol açabilir .
Toplumsal cinsiyet, toplum tarafından şekillendirilen sosyal roller ve beklentilerden oluşurken, biyolojik cinsiyet fiziksel ve genetik özelliklere dayanır. Ancak bu iki kavramın karıştırılması, yanlış çıkarımlara ve çeşitli önyargılara yol açabilir. Örneğin, bazı bireyler toplumsal cinsiyet eşitliğinin kadınları “erkekleştireceğini”, erkekleri ise “kadınlaştıracağını” veya belirsiz bir cinsiyet yapısı oluşturacağını düşünerek endişe duyabilirler. Oysa bu algı, toplumsal cinsiyetin doğasını anlamamaktan kaynaklanır.
Mevcut toplum yapısında erkekler genellikle ayrıcalıklı bir konumda yer alırken, kadınlar ikinci plana itilmiş ve daha az fırsata sahip olmuşlardır. Örneğin günümüz koşullarında çalışan bir anne için; kamuda çalışmanın yanı sıra geleneksel şekilde ev işleri ve çocuk bakımıyla ilgilenmeleri beklenirken, erkeklerin bu sorumluluklardan muaf tutulması, baba çalıştıktan sonra dinlenirken, annenin hem çalışıp hem de ev işlerini yapmak zorunda olmasının normal görülmesi. Kadının iş yaşamında fırsat eşitsizliği yaşayarak sırf cinsiyetinden dolayı aynı işi yapan erkeklere kıyasla daha düşük maaş alması veya yönetici pozisyonlarına yükselme şanslarının daha az olması. Yine bazı toplumlarda kız çocuklarının eğitimine erkek çocuklara kıyasla daha az önem verilmesi. Örneğin, kırsal bölgelerde kız çocuklarının erken yaşta evlendirilerek eğitim hayatlarının sonlandırılması yaygın bir durum olabilir. Erkekler için de örnek oluşturabiliriz. Erkekler üzerinde de toplumsal beklentiler baskı oluşturarak erkeklerin güçlü, lider ve duygularını göstermeyen bireyler olmaları gerektiği yönündeki toplumsal baskılar. Örneğin, bir erkek ağladığında “erkekler ağlamaz” gibi ifadelerle duygularını bastırması teşvik edilebilir.
Ancak toplumsal cinsiyet eşitliği, bireylerin belirli kalıplara zorlanmasını değil, herkesin eşit haklara ve fırsatlara sahip olmasını amaçlar. Kadınların erkeklerden aşağıda, erkeklerin ise kadınlardan üstün olduğu düşüncesi toplumsal bir inşa olup gerçek bir denge sağlamaktan uzaktır.
Gerçek denge, bireylerin cinsiyetlerinden bağımsız olarak birbirlerinin yaşamlarını iyileştirmeye, desteklemeye ve eşit şartlarda birlikte var olmaya çalışmasıyla sağlanır. Kadınların ve erkeklerin insan ortak paydasında birleşerek birbirlerinin haklarını ve yaşam standartlarını yükseltmesi, sadece bireysel mutluluğu artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun genel yapısını daha adil ve sürdürülebilir hale getirir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, bireylerin özgürce seçim yapabilmesini, yeteneklerini geliştirebilmesini ve topluma katkıda bulunabilmesini teşvik eder. Bu süreç, kadınları veya erkekleri kendi cinsiyetlerinden uzaklaştırıp “Non-binary “ lar oluşturmak değil, her bireyin biyolojik cinsiyetiyle kendi rengiyle potansiyelini gerçekleştirebileceği daha kapsayıcı bir düzen ve toplumsal cinsiyet eşitliği oluşturmayı hedefler. İnsanın insanlaştığı kadının-erkeğin ve toplumsal barışın güçlendiği dengeli bir HAYATA!
Ruken Bayram